© Yeni Arayış

Anayasa referandumu

Yeni anayasa veya anayasa değişiklikleri neleri içerecek, bu süreç nasıl yürüyecek gibi soruları bu aşamada yanıtlamak pek mümkün değil.

Kabul etmek gerekir ki yanlış ekonomi ve sosyal politikaları nedeniyle halk desteğini giderek yitirmekte olan bir iktidarın projesidir bu. İki yıldır enflasyon altında ezilen ve yoksullaşan sabit gelirlilerin ve özellikle negatif ayrımcılığa uğratılan emeklilerin olası anayasa referandumda Şimşek politikasını cezalandırmak amacıyla oy kullanmaları mümkündür.

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum’un bu pazar sosyal medya hesabından yayımladığı “Yeni Anayasa Gündemini Çarpıtma Gayretleri” başlıklı yazısına bazı rezervlerle katılmak mümkün. Öncelikle “yeni anayasa yetkisinin halkın asli kurucu irade olarak temsili kurucu irade TBMM’ye verdiği görevden doğduğu ve tartışılamayacağı “ ifadesi. Çok daha önemlisi “yeni anayasa yetkisi halka ait olduğu için TBMM’nin, halkın verdiği görev gereği, yapacağı yeni anayasayı hangi oy sayısıyla kabul ederse etsin, halkın onayına sunması yeni anayasanın meşruiyeti açısından zorunludur” cümlesi kuşkusuz. Sadece yeni anayasanın değil, anayasada yapılacak kapsamlı değişikliklerin de mutlaka halkoyuna sunulması gerekir. 

Ne var ki genel seçimlerden bu yana geçen iki yılı aşkın sürede milli irade güncellenmiş değil. Sadece arada yapılan yerel seçimlerde halkın siyasi tercihlerinin önemli sayılacak ölçüde değişmiş olması nedeniyle değil, ayrıca TBMM’de temsil edilen partiler arasında takipte zorlanılan transferler olduğu için, anayasada yapılacak her değişikliğin halkın onayına sunulması şart.  

Yeni anayasa mı, anayasa değişikliği mi? 

Mehmet Uçum değerli bir hukukçudur. Yeni anayasa diyorsa bir bildiği vardır kuşkusuz ama “kararlılıkla birçok sefer vurgulandığı gibi, yeni anayasanın temeli Cumhuriyetin ve ilk dört maddenin esasları ile demokratik birikimidir” cümlesinden, anayasanın ilk dört maddesine dokunulmayacağı anlaşılıyorsa, yeni bir anayasadan söz etmek mümkün değil. Anayasanın ilk maddelerinde “Türkiye’nin coğrafi bütünlüğü ve siyasi birliği yani vazgeçilmez üniter yapısı” gibi temel ilkeler korunacak ama yazımında bazı değişiklikler olacaksa o takdirde yeni bir anayasa söz konusu olacak demektir. Bunu henüz bilemiyoruz. Üniter yapıya bağlı olmak aslında 4. maddeyi tabu kabul etmek anlamına da gelmiyor. Dördüncü maddeye karşı çıkan Hüda-Par’a hiçbir düşünsel yakınlık hissetmemekle birlikte, bu maddenin aynen sonraki kuşakları bağlayacağı kanısında da değilim. 

Uçum ‘un ayrıca “Terörsüz Türkiye” projesiyle yeni anayasanın bir ilintisi olmadığına ilişkin görüşüne de katılmamak mümkün değil. Anayasa konusunun “Terörsüz Türkiye hedefinin pazarlık unsuru olması ve federal yönetime geçiş için istenmesi” söz konusu olamaz. Böyle bir pazarlık, terör örgütlerinin her zaman önce siyasi sonra askeri çözüm dayatmasının bir versiyonu ve terör örgütüne yenilme anlamı taşır kuşkusuz. Bazı çevrelerde öne sürülen 42. ve 66. madde değişikliklerinin de pazarlık konusu olmadığı kanısındayım. Ama isteyen siyasi partilerin bu maddelerde değişiklik yapılmasını savunma imkanına da 68/4. maddede yapılacak bir değişiklikle sahip olması gerekir. 

Yeni anayasa veya anayasa değişiklikleri neleri içerecek, bu süreç nasıl yürüyecek gibi soruları bu aşamada yanıtlamak pek mümkün değil. 71 yıldır taraf olduğumuz AİHS’e, 35 yıldır zorunlu yargı yetkisini tanıdığımız AİHM içtihatlarına uygun bir demokratik hukuk devletini, bu meyanda güçler ayrılığını ve yargı bağımsızlığını güçlendirecek yeni bir anayasaya veya bu yönde yapılacak anayasa değişikliklerine halkın onay vermesi beklenir doğal olarak

Farklılık hakkı (Droit à la différence) 

Aslında bu konular bundan yıllar önce tartışılmış, üniter devlet ilkesine dokunulmadan bir çözüm yolu bulunmuştu. Dışişleri’nin ulu çınarlarından, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Milliyet’teki köşesinde, 10 Temmuz 2000 tarihinde yayınlanan “Kapsayıcı anayasal vatandaşlık” başlıklı yazısında, “Farklılık hakkı” alt başlığı altında şunları yazmıştı: “Dışişleri'nin önermiş olduğu, "kapsayıcı anayasal vatandaşlık" kavramı, Fransız hukukunun geliştirmiş olduğu farklı olma hakkına dayanıyor. Kavram özetle şöyle:

* Üniter ulus devlette, ülke genelini kapsayan ulusal kimlik, o ülkede bulunan etnik ve bölgesel grupların tarih ve geleneklerinden gelen özelliklerini özümsemiyorsa, merkezdeki milliyetçilikle çatışma halinde olan periferik bir milliyetçilik oluşur. Merkezdeki milliyetçiliğin güçlenmesine koşut olarak, periferik milliyetçilik de güçlenir.

* Bu sorunun aşılabilmesi için, ulus devletin genel ilkesi olan eşit vatandaşlığın, "farklılık hakkını" kapsaması gerekir. Fransız hukukuna göre, eşitlik, herkesin hiçbir ayırım yapmadan özgür olduğu bir ortamda var olabileceği cihetle, ulus devleti oluşturan bireyler de türdeş olmayıp farklı olduklarına göre, herkesin farklılık hakkı vardır.

* Bu nedenle, farklılık hakkı bulunan bireyler, içinde yaşadıkları toplumda, etnik, dilsel, dinsel veya kültürel farklılıklarını, doğal olarak koruma ve geliştirme özgürlüğüne sahiptirler. Zira, aksi takdirde, bu farklılıkları olmayan bireylere oranla daha az özgür olacaklar, onlarla eşit konumda bulunmayacaklardır. 

Fransız hukuku, bu şekilde geliştirmiş olduğu farklılık hakkını anayasa ve yasalara dercetmiş değildir. Çünkü, bu hak esasen bireylere sağlanmış temel hak ve özgürlükler alanında mevcuttur. “

Şükrü Elekdağ’ın bu anlattıklarını aynı başlık altında kaleme almış ve Kopenhag siyasi kriterlerinin karşılanması amacıyla hazırlanan raporda yer almak üzere, dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı’na bağlı, Dışişleri mensubu Gürsel Demirok başkanlığındaki İHKÜK (İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu) toplantısına sunmuş olan AB ilgili Daire Başkanı olarak bendim. Türkiye’nin bu sorunu çoktan aşmış olması gerekirdi diye düşünüyorum.  

Referandum Cumhur İttifakı’na güvenoyuna dönüşür mü?

Yeni anayasa veya anayasa değişiklikleri neleri içerecek, bu süreç nasıl yürüyecek gibi soruları bu aşamada yanıtlamak pek mümkün değil. 71 yıldır taraf olduğumuz AİHS’e (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi), 35 yıldır zorunlu yargı yetkisini tanıdığımız AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) içtihatlarına uygun ( şu anda çok uzağız ayrı bir tartışma konusu) bir demokratik hukuk devletini, bu meyanda güçler ayrılığını ve yargı bağımsızlığını güçlendirecek yeni bir anayasaya veya bu yönde yapılacak anayasa değişikliklerine halkın onay vermesi beklenir doğal olarak. Ama kabul etmek gerekir ki yanlış ekonomi ve sosyal politikaları nedeniyle halk desteğini giderek yitirmekte olan bir iktidarın projesidir bu. İki yıldır enflasyon altında ezilen ve yoksullaşan sabit gelirlilerin ve özellikle negatif ayrımcılığa uğratılan emeklilerin referandumda Şimşek politikasını cezalandırmak amacıyla oy kullanmaları mümkündür. 

Hatırlatmak gerekirse, Fransa’yı yarı-başkanlık sistemine geçiren Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, 1968 Mayıs’ındaki büyük üniversite olayları ve ertesinde patlak veren grevlerden sonra, 2 Şubat 1969 tarihinde, Senato’nun yeniden yapılandırılmasını ve bölgelerin yetkilerinin arttırılmasını öngören bir anayasa değişikliğini referanduma sunma kararı almıştı. Halkın desteğini giderek kaybetmekte olduğunu gören De Gaulle referandumdan iki gün önce yaptığı konuşmada “hayır” oyları kazanırsa görevini bırakacağını açıklamıştı. Halkın çoğunluğu anayasa değişikliği için değil, kendisine karşı oy kullanmış ve sonunda referandumda yüzde 52,4 oranında “hayır” oyu çıkmış ve De Gaulle de görevini bırakmıştı.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER