© Yeni Arayış

Anadolu Aleviliği’nin ebruli yapısı (7)

Başlangıçta Anadolu Müslümanlığı adı Alevilik olmayabilir ama henüz Sünni kurumsallaşma belirginleşmediğinden insanlar Aliciydi, Şiiydi. Irksal ve kültürel alaşımın yoğruluş aşamalarındaki senkretik yapılanmada eski kült ve kültürlerin etkileri sosyal genlere nüfuz eder.

“Ebruli Yapının” ana özelliklerini ve sorunları irdeleyerek seri yazılarımızı sonlandıralım.

Her şeyden önce Anadolu Aleviliği Şia-Alici mezhep içerisinde yer alan Anadoluya özgü bir İslam yorumudur. Bu topraklarda binlerce yıl yaşanan inanç kült ve kültürlerinin alaşımı İslam potası içinde tasavvuf temelli bir inanç yolu oluşturmuştur. Farklı renkteki izlerin iç içe girdiği kavimler köprüsü Anadolu ebruli renkte bir uygarlığın mirasçısıdır. Zerdüşt, Manes, Musa, İsa, Muhammet ve Ali ile biçimlenen inanç boyutu sosyal ve tarihsel verilerin getirdiği çoklu etmenler nedeniyle zengin bir görünüm sunmaktadır.

Orta Asya’dan gelen Horasan Erenlerinin Hallac-ı Mansur (1) kökenli Yesevi tasavvuf yorumu Anadolu’da Irksal ve Kültürel alaşımın manevi zeminidir. Türkçü, Orta Asyacı kaynaklara göre XI-XIV yüzyıl arasında Anadolu’ya 1.000.000 Türk gelmiştir; bu dönemde Anadolu’da ise değişik etnik gruplara bağlı 5.000.000 insan yaşamaktadır. Batı kaynakları gelenleri 500.000 civarında, yerlilerin ise 7-8 milyon olduğunu iddia ederler. Bizim kaynaklarımıza itibar edelim… Bizim kaynaklarımız ayrıca "ahalinin % 70’inin Türk ve Müslüman hale dönüştüğünü” söyler (2). Son dönemlerde gerçekleştirilen DNA araştırmaları Orta Asya'dan gelenlerin oranınını %10-15 arasında gösterir. Göç ve katliamdan söz eden bir kaynak olmadığına göre yerli halka ne oldu? Buharlaştı mı? Bugünkü Anadolu Türk kimliğinin yapısında ırksal ve kültürel bir alaşım başat konumdadır.

Başlangıçta Anadolu Müslümanlığı adı Alevilik olmayabilir ama henüz Sünni kurumsallaşma belirginleşmediğinden insanlar Aliciydi, Şiiydi. Irksal ve kültürel alaşımın yoğruluş aşamalarındaki senkretik yapılanmada eski kült ve kültürlerin etkileri sosyal genlere nüfuz eder. Endülüs kökenli İbni Arabi (1165-1240) Selçuklu Sultanlarının desteğiyle tasavvuf düşüncesini sistemleştirmiş ve onun izinden Sadreddin Konevi, Mevlana, Molla Fenari yürümüşse de Yavuz Sultan Selim’in Mısır Fethinden sonra İstanbul’a getirilen tutucu ulema ve devlet baskısıyla ebruli çimentoda renk kayıpları yaşanmaya başlanmıştır.

Renk kayıbının ana etmeni siyasidir… Sünni Yavuz Sultan Selim ile Şii-Alevi Şah İsmail güç ve iktidar mücadelesine girmişti. Siyasetin cilası inançları kullanarak güçlenerek taraftar sağlamaktır. Anadoluda Türkleşip Alici olanları Şah İsmail kendi yanına çekmiş; Yavuz da, Kürt Şeyh İdris-i Bitlisi’nin araya girmesiyle Sünni Kürt aşiretleri kazanmıştır. 1514 Çaldıran Savaşıyla birlikte yüzyıllar boyu süre gelen “ebruli yapıdaki” sıkıntılar alevlenerek ciddi siyasal sorunların ve savaşların doğmasına yol açmıştır. İşin ilginç tarafı savaşı kazanan, Sünniliği sağlamlaştıran Yavuz ,“ Selimi” mahlasıyla Arapça ve Farsça, kaybeden İsmail ise Şah Hatayi mahlasıyla Türkçe şiir yazmaktaydı.Şah İsmail Hatayi’nin tasavvufi, hümanist şiirleri Cem Ayinlerinde okunur, besteleninlerin eşliğinde “Allah…Allah” nidalarıyla  dualar göklere yükselir. Tarihin garip cilvesidir ki onunu sulbünü devam ettiren Safevi  hanedanı döneminde  İran Mollalık sistemi etkili konuma gelmiştir. Osmanlıda Sünni İslamın, İran’da  Şii Mollalığın güçlenmesi iki köklü uygarlığı karşı karşıya getirir.  Yavuz’un, Şah İsmail’in zamanında  ve daha sonraki dönemlerde sivil katliamların yaşandığı  iddia edilmektedir. Alevi taraf Yavuz’un en az 40.000 “canı” öldürdüğü, Osmanlı tarihçileri Şah İsmail’in geri  kalmayıp doğu ve güneydoğuda büyük katliamlar gerçekleştirdiğini iddia ederler.

Anadolu Aleviliğiyle Safevi Hanedanı Döneminde kristalize olan Azerbeycan ve İran Şiasını karşılaştırdığımızda Ayin-i Cem tarzında namaz-zikir beraberliğini içeren bir ibadeti sorgulamamız gerekmektedir. O ülkelerdeki Şii Müslümanlar, tıpkı Sünniler gibi camide namazlarını kılıp  tekke konumundaki  mekanlarda  zikir ibadetini eda etmektedirler. Önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi Anadolu Alevileri tek bir mekan olan Cemevi ya da  diğer adı Alevi-Bektaşi tekkesinde  zikir ayini içinde Kur’an’da belirtilen  kıyam-rüku-secde biçimsel gerekliğiyle ibadetlerini yerine getirmektedirler. İbadetle ilgili olarak İran Şiasında Anadolu kült ve kültürlerin etkisini görmek mümkün değilken Türkiye Alevisinde Anadolu izleri devam etmektedir.

Anadolu Aleviliğin İslam içinde tasavvufi yorumlar içinde yer aldığını belirttik.Gerek Sünni gerek  Şia kanadında başka tasavvuf yolları da mevcuttur. Kült, kültür ve ilke olarak  aralarında benzerlikler ve farklılıklarla karşılaşabiliriz. Bulundukları coğrafya, etkileninen yorumculara ya da mürşitlere  bağlı olarak Allah’a ulaşma  ruh ve arzusunun farklı yollarıyla karşılaşınır. Anadolu Aleviliği buranın, bizim vatanımızın,  Küçük Asya coğrafyasının inanç yoludur.

“Yol” sözcüğünün Arapçası “tarik”dir. Tarikat  çoğulu olup “mürşitin, önderin, dedenin  gösterdiği yollar “anlamına gelir. Günümüz Türkiyesi’nde Sünni İslamda  tarikatlar güçlü bir şekilde örgütlenerek sosyal, kültürel ve siyasal hayatımızda yer almaktadırlar. Oysa Anayasal boyuttaki  Devrim Kanunlarıyla  dergahlar, tekkeler, zaviyeler kapatılmıştır ve mürşit, şeyh, baba, dede gibi dini sıfatlar kullanılamaz. Hukuken (de jure)yasak statüdeler ama fiilen (de facto) tarikatlar ülkenin siyasal, sosyal, ekonomik hayatını yönlendirmektedirler.

Bu durumu görmesine rağmen  Ülkemizin Alevileri  kendi inanç yollarının mahiyetine itiraz etmektedirler.Alevilik de bir yoldur, yani tariktir; Cem ayininin eda edildiği  büyük dergahlardaki mekanlara Tekke; köy ve küçük yerleşimdekilere  Cemevi adı verilir. Tedirginlik duyarak “zinhar biz tarikat değiliz, ibadet yerimizin adı tekke değil Cemevidir”mantığını sürdürmek çelişkili bir tutumdur. Atatürkçü Alevi dostlarımız Devrim Kanunlarına ihaneti içlerine sindirememekte haklıdırlar ama sosyal bilimlerin, inanç sosyolojisinin, antropolojinin verilerine gözleri kapatmak Atatürk’ün “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” özdeyişine saygısızlık anlamına gelir. Hukuksal düzenlemelerin dayandığı zemin sosyal bilimlerin verileri olmadığı taktirde ortaya çıkan kargaşa, kaos ve çelişkiler çözüm süreçlerini uzatır.   

Sayın Devlet Bahçeli’nin Cem Evlerine tıpkı camiler gibi resmi statü tanınma önerisi sosyal bilim verilerinin hukuka yansıması anlamına gelen son derecede gerçekçi ve çağdaş bir yaklaşımdır. Devlet beyin Türk-Kürt dayanışmasını içeren “millet”söylemi, “hepimiz Türkiyeliyiz” cümlesiyle grup konuşmasını sonlandırması “ebruli çimentonun “sağlamlaştırılması bağlamında önemli bir vizyondur.

Böyle bir bakış açısı Kürt- Türk tüm Anadolu Alevilerinin çektiği sıkıntıların çözüm sürecine katkı getirerek Sünni- Alevi diyalogunun sağlam temellere oturmasına katkı sağlar. Cemevi inşaatlarına, Alevi ibadethanelerine, Cemevlerine bütçeden doğrudan pay ayrılmalı, Cemevlerinde çalışan tüm personelin maaşını devlet ödemelidir. Velhasıl Sünni müminler devlet olanaklarından ne kadar yararlanmaktaysa Alevi müminler de aynı haklara sahip olmalıdır.

 

1. Öktem, Niyazi: ENEL HAKK, Hallac-ı Mansur ve Massignon. Legem. Ankara, 2024 

2. Turan, Osman: Selçuklular Zamanında Türkiye, İst. 1998, Boğaziçi Yayınları, S. 37-47

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER