© Yeni Arayış

Altan Abi’yi uğurlarken…

Altan Öymen’le ilgili söyleyecek daha çok şey var kuşkusuz. Onu anlatmak kelimelere sığmaz. Ben hep kibarlığıyla, inceliğiyle, nezaketiyle hatırlayacağım.

Onu anlatmak kelimelere sığmaz. Ben hep kibarlığıyla, inceliğiyle, nezaketiyle hatırlayacağım. Ufuk açıcı sohbetlerimizi özleyeceğim. Türk demokrasisi için verdiği mücadele hiç aklımdan çıkmayacak.

Neredeyse cumhuriyetle yaşıt bir değerimizi yitirdik. Türk siyaset ve basın dünyasının namıdiğer “Altan Abisi” Altan Öymen sonsuzluğa uğurlanıyor.

Altan Bey, hem gazeteciliğiyle hem de politik duruşuyla zihinlere kazınmıştı. Demokrat Parti’nin, CHP’nin çeyrek asra yakın iktidarını sonlandırdığı 14 Mayıs 1950 seçimlerinin ertesi günü Atatürk’ün partisine üye olmuştu. Amacı CHP’yi içine düştüğü durumdan çekip çıkarmaktı.

O gün partiye üyelikle adım attığı siyasî yolculuğunda, CHP’nin ocak ve bucak örgütlenmelerinden başlayarak genel başkanlığa kadar uzandı. Altan Bey’in siyasî hayatı her zaman gazetecilikle kesişti. Ona göre hukukun egemen kılındığı, müreffeh ve demokratik bir Türkiye idealize eden hemen herkes siyasetle bir şekilde ilgilenmeliydi.

Siyaset, zaten hayatın doğal akışıydı. Bu nedenle kendisini hiçbir zaman politikacı olarak nitelendirmedi. Kurucu Meclis üyeliği, milletvekilliği, bakanlık ve genel başkanlık yaptı ama hiçbir zaman politikacı olmadı. O hep gazeteciydi.

Bizim ikili sohbetlerimizde de her seferinde gazeteci olduğunu vurgulardı. Gazetecilik geçmişini anlatmayı, gazetecilerin kendine has jargonuna –mülaki olalım gibi- başvurmayı ihmal etmezdi.

Bir yandan da hiç abartmıyorum tanıdığım en mütevazı, en kibar ve en nazik kişiydi. Altan Bey ile ne zaman bir araya gelsek ayağa kalkar, ceketinin düğmelerini ilikler ve ondan sonra elimi sıkardı. Tam bir cumhuriyet beyefendisi olarak her daim takım elbise giyerdi. Gerçi Sedat Ergin gibi kimi gazeteci dostları, şakayla karışık kravatını hiç çıkarmadığını söyleyip takılırdı ama olsun.

Hatta pandemi zamanında bir keresinde sözleşip evinde buluşmuştuk. Üzerinde çalıştığım bir konuyla ilgili Altan Bey’in düşüncelerine başvurmak istiyordum. O günlerde Altan Bey’in yaşındakiler için sokağa çıkma yasağı vardı. Milletvekilliği forsuyla “yasağı delebiliyor” muydu bilmiyorum. Ama kendisi de sokağa çıkamama durumunu biraz esprili ele alıyordu.

Neyse tabi pandemi döneminde Altan Bey’i konutunda ziyaret ettim. Altan Bey, neredeyse hiç dışarı çıkılmadığı günlerde bile her zamanki gibi tıraşını olmuş, takım elbisesiyle evinde oturuyordu. İçimden Sedat Ergin de haksız sayılmazmış doğrusu demiştim.

O günden önce de sonra da birkaç kez Altan Bey’in misafiri oldum. Geçen yıl kaybettiğimiz eşi Aysel Öymen de bize eşlik ederdi. Her defasında üniversite sıralarına kadar uzanan tanışma hikâyelerini muhakkak anlatırlardı. O kadar heyecanla anlatırlardı ki birbirlerini ilk günkü kadar çok sevdiklerini hemen sezerdim doğrusu.

Altan Bey, yaşına göre çok dinamik bir tempoda çalışıyordu. Bir taraftan köşe yazılarını yazarken diğer yandan anılı kitaplarını kaleme alıyordu. Buna paralel olarak imza günü, konferans, açık oturum, söyleşi ve televizyon programı gibi etkinliklere katılmayı ihmal etmiyordu. Son yıllarda YouTube kanallarına da çıkmaya başlamıştı. Bu kadar yoğun temponun içinde Altan Bey’e baktığımda, ben kendimi yaşlanmış hissediyordum açıkçası.

Gene söz konusu entelektüel faaliyetleri kapsamında “Bir Dönem Bir Çocuk” adlı eseriyle başladığı anılı kitap serisini “…Ve İhtilal” ile 27 Mayıs 1960 askerî darbesine kadar getirmişti. Altan Bey’in kitapları, Türkiye’nin yakın tarihini hemen her boyutuyla o kadar akıcı ve dolu dolu ele alıyordu ki bir gün serinin devamının gelip gelmeyeceğini sordum. Sağlı Sollu Yıllar diye seriyi devam ettireceğini söylemişti. Hatta kitabın yarıya yakınını yazdığını belirtmişti.

Altan Bey ile “Sağlı Sollu Yıllar” üzerine konuştuğumuzda 2019-2020 dolaylarıydı. Sonra araya hep başka mevzular girdi. Kitap ne durumda bilmiyorum. Umarım yarım da olsa yayınlanır.

Bu konuları Altan Bey’le konuşurken adeta büyülenirdim. Hem konulara çok hâkimdi, hem de sohbet ettiğimiz meselelerin pek çoğunun bizzat içerisindeydi. Özellikle küçüklüğümden beri kitaplardan okuduğum ve şimdilerde tarihçi olarak mutfağımın bir parçası olan tarihi kişiliklerle hep bir anısı vardı. Bu nedenle bir şey anlatırken ilgiyle dinlerdim. Defterime notlar alırdım. Telefondaysam not defterimi hazır bulundururdum. Hazine değerinde anekdotlar aktarırdı. Bazen de “bu off the record ona göre” derdi.

Son yıllarda 1950’lerde ve 60’larda yayınlanan bir derginin siyasal ve düşünsel tarihiyle ilgili bir kitap projem vardı. Geçmişte derginin yazarları arasında Altan Bey de vardı. Bu nedenle kafama takılan konularda arada Altan Bey’e başvururdum. Kitapla ilgili hem benden daha heyecanlıydı, hem de hazırlanmasını iple çekiyordu. Çalışma tamamlanınca Altan Bey’e gösterip bir sunuş yazısı rica etmeyi planlıyordum. Kendisine söyleyecek fırsatım olmadı. Bu kadar siyasetin hengâmesinde zaman ayırabilir miydi onu da bilemiyorum.

Telefonda ara sıra uzun uzadıya sohbet ederdik. Özellikle 1950’lerden beri gelen yakın tarihi şöyle bir masaya yatırırdık. Her defasında eski bir gazetecilik jargonu olan “irtibatı muhafaza edelim” diyerek kapatırdı telefonu. Ondan bana da bulaştı. Ne yalan söyleyeyim arada farkında olmadan da olsa kullanmaya başladım.

Ama artık irtibatı muhafaza edemeyeceğiz sanırım.

Altan Öymen’le ilgili söyleyecek daha çok şey var kuşkusuz. Onu anlatmak kelimelere sığmaz. Ben hep kibarlığıyla, inceliğiyle, nezaketiyle hatırlayacağım. Ufuk açıcı sohbetlerimizi özleyeceğim. Türk demokrasisi için verdiği mücadele hiç aklımdan çıkmayacak.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER