© Yeni Arayış

Ahlaksızlık olarak korku ve korkutma 

İnsan ve doğa üstü ve ötesi güçler adına insanın korkutulması, insanı ahlaklı yapmamakta ve maneviyatını güçlendirmemektedir. Korku ve korkutma yoluyla insana empoze edilen  inançların, kuralların, ritüellerin ve uygulamaların, insanın kalbinde ve ruhunda hiçbir karşılığı ve yeri bulunmamaktadır.

Bizden her şeyimizi alan korku, insanı silikleştirmekte, atalete ve gaflete düşürmekte,  kırılgan, savrulan ve savurgan konuma yerleştirmekte, insanlıktan ve doğadan uzaklaştırmaktadır. Bize kendimizi bulmamızı sağlayan, bizi  aktif bir şekilde ortaya çıkaran,  atalete ve cehalete karşı uyaran ve uyandıran, tehlikelere ve tehditlere karşı bizi dayanıklı kılan, insanlığa ve doğaya yakın kılan tek  şey, sevgi ve sevgi kültürüdür.

Korku, insanın çok  doğal bir duygusu ve eğilimidir. İnsan, yılandan, ateşten, bombalardan, silahlardan korkabilir. Bireyin doğal ve yapay tehlikelerden korkması, doğaldır, gereklidir ve yararlıdır. Ateşli silahlardan, yabani hayvanlardan, ateşten ve diğer tehlikelerden korkma sayesinde, insan kendini koruyacak   gerekli tedbirleri alabilir. Asıl tehlikeli olan, bireyin insan ve tabiat üstü ve ötesi güçler adına  korkutulmasıdır. İnsan ve  tabiat üstü ve ötesi güçler adına korkutmanın amacı, korkuyu, insanın kalbine ve ruhuna derinliğine sindirmektir. Korkunun derinliğine sindirildiği ruhlar, hayat coşkularını kaybederler, itaat  ve biat eden  köleleştirilmiş ruhlar haline gelirler.

İnsan ve doğa üstü ve ötesi güçler adına  insanın korkutulması, insanı ahlaklı yapmamakta ve maneviyatını güçlendirmemektedir. Korku ve korkutma yoluyla insana empoze edilen  inançların, kuralların, ritüellerin ve uygulamaların, insanın kalbinde ve ruhunda hiçbir karşılığı ve yeri bulunmamaktadır. Korku ve korkutmanın  eğitim, din ve ahlak adına dayatıldığı  kültürlerde, korku ve korkutma, kalblerde ve ruhlarda  kökleşmekte, kalıcılaşmakta ve  kurumsallaşmaktadır. Eğitimin, dinin ve ahlakın korku ve korkutma yoluyla dayatıldığı toplumlarda ve kültürlerde, cehalet, ahlaksızlık ve  ruhsuzluk gelişmekte,  genişlemekte ve yaygınlaşmaktadır. 

İnsan ve doğa üstü ve ötesi güçler ve otoriteler adına emirler ve yasaklar koyan, insanlara ne yapıp  yapmayacaklarını  buyuran  kişiler, kaynaklar ve  kurumlar, aslında,  kendi güçlerini insanlara dayatmakta ve insanları kendilerine bağımlı yapmayı amaçlamaktadırlar. Tanrı korkusu, cehennem korkusu, cezalandırılma korkusu gibi söylemlerle, insanın ahlaklı olması, huzura kavuşması ve mutlu olması mümkün değildir. İnsanın iç dünyasında  duygularını, düşüncelerini ve düşlerini, akılla, bilimle, sanatla, edebiyatla, felsefeyle geliştirmesi, güçlendirmesi ve genişletmesi suretiyle ahlak ve maneviyat sahibi incelikli, düşünceli ve duyarlı bir varlığa dönüşmesi mümkündür. Bütün ahlaksızlıkların ve  çürümüşlüklerin temelinde korku ve korkutma kültürü vardır.Bireyin kendisini, doğayı ve dünyayı korkulu bakışlarla ve perspektiflerle  görmesi,  kişinin kendisiyle, insanlarla ve doğayla sağlıklı, verimli ve olgun ilişkiler kurmamasına neden olmaktadır.

Ahlaklı, akıllı ve adil  bir hayatı  sürebilmek için insanların,  inançlarını, doğmalarını, yaşam tarzlarını değiştirme ve yenileme  kapasitesine ve donanımına sahip olmaları lazımdır.  Zihin dünyalarında,  inanç ve kimliklerinde, ilgi ve ilişkilerinde değişim yapma cesareti  ve olgunluğu göstermeyenlerin, ahlaki, felsefi, bilimsel, manevi, sanatsal ve  insani bir gelişim ve olgunlaşma göstermeleri mümkün değildir. Ahlakın kaynağı,  değişmez güçler, kaynaklar ve kalıblar değildir.  Ahlakın kaynağı, insan aklı  ve hayattır. İnsan, canlı ve dinamik  bir dünyada aklını kullanarak  daha iyi, yapıcı, yaratıcı ve üretken bir insan  olmanın yollarını bulabilir ve kendini varoluşsal olarak geliştirebilir. Doğmalar ve kimlikler adına yapılan  korkutmalar, insanı varoluşsal çürütmektedir. Ahlaklı ve akıllı bireyler olmak için, doğmaların ve kimliklerin  oluşturduğu  karanlık mağaralardan çıkılmalıdır.

Eğitimin, ahlakın ve bilimin amacı, insanın kendisini kendi içinde ve doğada bulmasıdır ve geliştirmesidir. Hayatın amacı, insanın varoluşunu gerçekleştirmesidir. İnsanın kendi içinde veya üstünde daha üst hakikatler veya güçler bulacağı şeklindeki anlayışın hiçbir gerçekliği ve gerekliliği bulunmaktadır. İnsan, kendini kendi içinde ve doğada gerçekleştirmenin girişimcisi olmalıdır.

Eğitimin, maneviyatın ve kültürün merkezinde korku değil, sevgi yer almalıdır. Sevgi yerine korkuyu yerleştiren ve dayatan bir kültür,  felsefe, edebiyat, bilim, akıl, siyaset, ekonomi alanlarında gelişemez. Akılın yolu, sevgidir. Felsefe, bilgiye ve bilgeliğe duyulan sevgidir. Sanat, güzelliğe duyulan sevgidir. İnsanı korkutarak onu hayali güçlere köle yapan kültürler, doğmatizmler ve kimlikler,  insanları utanmaz, onursuz, kaba, kirli ve karanlık hale getirmektedir.  Bizden her şeyimizi alan korku, insanı silikleştirmekte, atalete ve gaflete düşürmekte,  kırılgan, savrulan ve savurgan konuma  yerleştirmekte, insanlıktan ve doğadan uzaklaştırmaktadır.Bize kendimizi bulmamızı sağlayan, bizi  aktif bir şekilde ortaya çıkaran, atalete ve cehalete karşı uyaran ve uyandıran, tehlikelere ve tehditlere karşı bizi dayanıklı kılan, insanlığa ve doğaya yakın  kılan tek  şey, sevgi ve sevgi kültürüdür.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER