ABD vs ÇİN biyolojik savaşı: Fentanil
DIŞ POLİTİKAAmerika’nın banliyölerindeki evlerde, Çin’in kimyasal tesislerinde ve Meksika’nın uyuşturucu laboratuvarlarında üretilen bir kıyamet: Fentanil.
Bir zamanların tıp mucizesi, modern dünyanın en büyük toplumsal yıkımlarından birine dönüştü. Bu kriz, ulusların gücünün sadece askeri veya ekonomik göstergelerle ölçülemeyeceğini, en güçlü devletlerin bile moleküler düzeydeki tehditler karşısında savunmasız kalabileceğini gösterdi. Fentanil savaşı, 21. yüzyılın ilk büyük biyolojik savaşı olarak tarihe geçerken, insanlığın kendi yarattığı kimyasal canavarlarla mücadelesinin de simgesi oldu.
Beyaz laboratuvar önlüklerinin arkasına gizlenmiş bir katil. Eczane raflarından sokaklara sızan bir ordunun sesiz silahı. Amerika’nın banliyölerindeki evlerde, Çin’in kimyasal tesislerinde ve Meksika’nın uyuşturucu laboratuvarlarında üretilen bir kıyamet: Fentanil. Adı son on yılda on binlerce mezar taşına kazınan sentetik opioid, küresel bir trajedinin merkezinde duruyor. Ancak bu trajedi, salt bir halk sağlığı krizinin ötesine geçerek, dünyanın iki süper gücü arasında yeni bir biyolojik savaş alanına dönüştü. Kimyasalların ve para akışının izini sürdüğümüzde, Washington ile Pekin arasındaki ticaret savaşlarının, diplomatik gerilimlerin ve gümrük duvarlarının gölgesinde, fentanilin nasıl bir jeopolitik silaha dönüştüğünü görüyoruz. Bu, bildiğimiz savaşlardan farklı; cepheleri Cincinnati’nin arka sokaklarında, Vuhan’daki araştırma laboratuvarlarında ve Sinaloa’nın kanlı topraklarında yer alıyor. Ve kurbanları askerler değil, bağımlılığın karanlığına düşmüş sıradan insanlar.
Tıbbın Zaferinden Toplumsal Yıkıma: Fentanilin Yükselişi
Belçikalı kimyager Paul Janssen, 1959'da laboratuvarında fentanili sentezlediğinde tarihin en güçlü ağrı kesicilerinden birini yarattığını biliyordu. Morfinden 100 kat, eroinden 50 kat daha etkili bu sentetik bileşik, tıp dünyasında devrim yaratacaktı. Kanser hastalarının dayanılmaz ağrılarını dindirmek, ameliyat masalarında hastaları derin bir anesteziye sokmak için tasarlanmıştı. İlk yıllarında tıbbın zaferi olarak selamlandı. Ancak bu mucizevi molekül, karanlık bir dönüşüm geçirmek üzereydi. Çin'in laboratuvarları, 1990'ların başında bu "tıbbi mucizeyi" ucuz ve kontrolsüz bir şekilde üretmeye başladı. "Çin Beyazı" (China White) adı altında piyasaya sürülen bu madde, kısa süre içinde Çin'in yeraltı uyuşturucu pazarında yayılmaya başladı. O dönem bağımlılık danışmanı olarak çalışan Serkan Özkan, bu sentetik eroin türevini hatırlıyor: "Gerçek adını bilmiyorduk, sadece etkisinin normal eroinden çok daha güçlü ve tehlikeli olduğunu görüyorduk." Bu dönemde fentanil, henüz küresel bir tehdit olarak tanınmıyordu, ancak tohumlar atılmıştı.
2002 yılı Ekim ayında Moskova'daki Dubrovka Tiyatrosu'nda yaşanan rehine krizinde Rus özel kuvvetlerinin havalandırma sistemine saldığı kimyasal ajan, fentanilin ölümcül potansiyelini tüm dünyaya gösterdi. Carfentanil ve remifentanil karışımı gaz, 129 rehinenin ölümüne yol açtı. Bu olay, fentanilin silah olarak kullanılabileceğini kanıtlasa da asıl yıkım rekreasyonel kullanımla gelecekti. ABD'ye ilk dalga 2010'lu yılların başında ulaştı. Başlangıçta kimse bu sentetik maddeyi istemiyordu. UCLA Tıp Fakültesi'nden Prof. Chelsea Shover'un belirttiği gibi, "Fentanil ABD'ye yasa dışı ilaç olarak ilk geldiğinde kimsenin bu maddeye ilgisi yoktu." Ancak Meksikalı karteller için ucuzluğu ve üretim kolaylığı cazipti. Birkaç miligramı bile öldürücü olan bu madde, diğer uyuşturuculara karıştırılarak satılıyordu. Eroin veya kokainden çok daha düşük maliyetliydi, kâr marjı ise muazzamdı. Ölüm çarkı dönmeye başlamıştı.
Opioid Tsunamisi: Amerika'nın Kayıp Nesli
2015 yılı, ABD için bir dönüm noktası oldu. O yıldan itibaren fentanil kaynaklı ölümler ülke çapında patlama yaptı. Hawaii'den Alaska'ya, Rhode Island'dan Kaliforniya'ya kadar her eyalet bu ölümcül dalgadan nasibini aldı. İstatistikler korkunçtu: 2010'da aşırı dozdan ölenlerin sayısı 40 binin altındayken, bu ölümlerin sadece %10'undan azı fentanil kaynaklıydı. 2023'e gelindiğinde ise rakamlar dehşet verici boyutlara ulaşmıştı. Sadece bir yıl içinde 109 binden fazla Amerikalı, aşırı doz nedeniyle hayatını kaybetti. Bu ölümlerin %66'sının doğrudan sorumlusu fentanildi. Bir başka deyişle, her beş dakikada bir Amerikalı fentanil nedeniyle ölüyordu. Bu ölümlerin trajik yanı, kurbanların çoğunun fentanil aldığını bile bilmemesiydi. Madde, kokain, eroin ve hatta sahte reçeteli haplara karıştırılarak piyasaya sürülüyordu.
Kim Blake'in hikayesi bu trajediyi somutlaştırıyor. Kendisi de hekim olan Blake, 2017'de 26 yaşındaki oğlu Sean'ı kaybetti. Sean ara sıra kokain kullanan bir gençti. Toksikoloji raporu ise sisteminde sadece fentanil olduğunu gösterdi. Blake acı gerçeği şöyle anlatıyor: "Aldığı kokain, fentanille karıştırılmıştı. Oğlum ne kullandığını bilmiyordu." Bu ölüm dalgası, Amerika'nın demografisini değiştirdi. 18-49 yaş aralığındaki Amerikalılar için bir numaralı ölüm nedeni haline geldi. Vietnam, Irak ve Afganistan savaşlarında ölen tüm Amerikan askerlerinin toplam sayısı, fentanil kurbanlarının yanında sönük kalıyordu. Kriz, başlangıçta beyaz banliyö nüfusuna özgü sanılırken, hızla etnik azınlıkları da kapsamına aldı. UCLA araştırması, Afrika kökenli Amerikalılar arasında fentanil ve diğer uyarıcıların birlikte kullanımına bağlı ölümlerin endişe verici oranda arttığını ortaya koydu. Cincinnati'de Afrikalı Amerikalı topluluklarla çalışan aktivist Rasheeda Watts-Pearson, sağlık sistemindeki eşitsizliklerin bu krizde de kendini gösterdiğine dikkat çekiyor: "Opioid kriziyle ilgili bilinçlendirme çalışmalarında hep beyazların fotoğrafları kullanılıyor. Sanki bu kriz sadece onları etkiliyormuş gibi. Oysa savcılık ofisleri, fentanil bulaşmış kokain yüzünden ölen siyahilerin dosyalarıyla dolu."
Kültürel ikonların ölümleri ise krizin boyutlarını gözler önüne serdi. Müzisyen Prince, rock efsanesi Tom Petty, rapçi Mac Miller ve daha niceleri... Hepsi fentanilin kurbanı oldu. Gangsta's Paradise'ın efsanevi rapçisi Coolio'nun ölümü de aynı kaderi paylaştı. Amerikan Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA) 2022'de yaptığı açıklamayla durumun vahametini ortaya koydu: Yakalanan fentanil miktarı tüm Amerikan nüfusunu öldürmeye yetecek kadardı. 4 bin 500 kilo toz ve 50.6 milyon hap ele geçirilmişti. RAND Corporation'ın baş araştırmacısı Bryce Pardo'nun ifadesiyle durum netti: "Bu yeni bir dönem. Eroinin yüzyılı aşkın süre önce sokakları vurmasından bu yana böylesini görmedik."
Fentanil krizi, yalnızca modern bir halk sağlığı felaketi ya da uyuşturucu ticaretinin bir evresi olmayıp aynı zamanda tarihsel bir hesaplaşmanın kimyasal cephesidir. Çin’in fentanil üretimindeki merkezi rolü ve bu maddenin Meksika üzerinden ABD’ye yayılması, 19. yüzyılda yaşanmış utanç verici bir tarihsel deneyimin rövanşı olarak da yorumlanabilir: Afyon Savaşlar
Kimin Savaşı? Üçgenin Köşeleri: Çin, Meksika ve ABD
Fentanil krizinin karmaşık coğrafyasını anlamak için üç aktörü incelemek gerekiyor: Kimyasal hammaddelerin kaynağı Çin, üretim merkezi Meksika ve ana pazar ABD. Bu ölümcül üçgen, küresel uyuşturucu ticaretinin yeni karanlık ağını oluşturuyor. Çin'in rolü başlangıçta doğrudan fentanil ihracatı şeklindeydi. Ancak 2019'da Çin hükümetinin ABD baskısı sonucu fentanil ve benzeri sentetik opioidleri kontrol altına almasıyla model değişti. Artık Çin'den ihraç edilen şey bitmiş fentanil değil, onu üretmek için gerekli "öncül kimyasallar"dı. Bu kimyasallar, Meksika'daki gelişmiş laboratuvarlara gönderiliyor, burada işlenip fentanile dönüştürülüyor ve sonra ABD sınırından sokularak Amerikan sokaklarını zehirliyordu.
Meksika kartelleri bu operasyonun merkez üssü haline geldi. Sinaloa Karteli'nin güçlü kolu "Los Chapitos", özellikle fentanil üretiminde uzmanlaştı. ABD Hazine Bakanlığı, 2025 yılında Los Chapitos'a yaptırım uyguladığını açıkladı: "Los Chapitos tarafından kontrol edilen laboratuvarlar, Sinaloa Karteli tarafından üretilen ve ABD'ye kaçırılan sahte haplara fentanil sokmaktan sorumludur." Meksika'nın Sinaloa eyaleti, günlük şiddet olaylarına sahne olan bir savaş alanına dönüştü. Federal otoyolların üzerindeki köprülerde başları kesilmiş 20 cesedin bulunması, Espinal'de karteller arası şiddetli çatışmalar yaşanması, günlük rutin haline geldi. Jalisco eyaletinde bir kutuda 480 kilo metamfetamin ele geçirilmesi, bu savaşın boyutlarını gösteriyordu. Kartellerin gücü o kadar artmıştı ki ünlü Meksikalı boksör Julio César Chávez Jr. bile Sinaloa Karteli ile bağlantısı olduğu iddiasıyla ABD'de tutuklandı.
ABD'nin tepkisi ise iki yönlü oldu: İçeride bağımlılıkla mücadele, dışarıda tedarik zincirini kırma çabaları. Ancak bu çabalar genellikle siyasi söylemlere hapsoldu. Donald Trump, başkanlığı döneminde Çin'i fentanil krizinin asıl sorumlusu ilan etti: "Çin'den gelen bu belayı sona erdirmeliyiz." Joe Biden yönetimi ise Meksika'ya odaklandı. Ancak her iki strateji de ölümleri durduramadı. Çin ise bu suçlamaları "ABD'nin kendi iç sorunlarını dışarıya yansıtma çabası" olarak nitelendirerek reddetti. Gerçek şu ki, bu krizin kökleri üç ülkenin de iç dinamiklerinde yatıyordu: Çin'in gevşek kimyasal düzenlemeleri, Meksika'nın kartel şiddeti karşısındaki çaresizliği ve ABD'nin sağlık sistemindeki derin yaralar.
Kimyasal Rövanş: Afyon’dan Fentanile Bir İntikam Döngüsü
Fentanil krizi, yalnızca modern bir halk sağlığı felaketi ya da uyuşturucu ticaretinin bir evresi olmayıp aynı zamanda tarihsel bir hesaplaşmanın kimyasal cephesidir. Çin’in fentanil üretimindeki merkezi rolü ve bu maddenin Meksika üzerinden ABD’ye yayılması, 19. yüzyılda yaşanmış utanç verici bir tarihsel deneyimin rövanşı olarak da yorumlanabilir: Afyon Savaşları.
1839-1860 yılları arasında Britanya İmparatorluğu, Hindistan üzerinden Çin’e kaçak afyon sokarak Qing Hanedanlığı'nı siyasi ve ekonomik olarak çöküşe sürükledi. Çin halkının büyük bir bölümü afyona bağımlı hale geldi, milyonlarca insan bu zehre esir düştü. Çin'in direnişi bastırıldı, Hong Kong İngilizlere verildi ve ülkenin limanları Batılılara açıldı. Bu dönemin acıları, Çin'in "yüzyıllık aşağılanma" olarak adlandırdığı travmanın temel taşlarından biridir.
Bugün ironik bir döngü yaşanıyor. Bu kez Çin, doğrudan fentanil üretmek yerine onu üretecek öncül kimyasalları üreterek Meksika’daki kartellere satıyor. Karteller, bu kimyasalları ABD’ye yönelik bir fentanil seline dönüştürüyor. Afyonun İngiliz gemileriyle Çin'e sokulmasına benzer şekilde fentanil de ABD sınırlarından içeri sızıyor. Bu maddelerin kurbanları, tıpkı 19. yüzyılın Çinlisi gibi bağımlılık batağında kimyasal bir esarete sürükleniyor. Bazı Çinli stratejistlerin örtülü ya da açık ifadeleri, bu süreci bir tür "asimetrik rövanş" olarak gördüklerini iması içeriyor. Amerikan toplumunun içinden çökertilmesi, doğrudan savaş yerine nesiller boyu sürecek bir kimyasal yıpratma planı olarak değerlendiriliyor. Fentanil, bu bağlamda yalnızca bir uyuşturucu değil; tarihten beslenen stratejik bir silah olarak devreye sokulmuş olabilir.
Vergi Duvarının İşe Yaramayan Yüksekliği: Gümrük Politikalarının İronisi
ABD'nin fentanil krizine karşı geliştirdiği en somut dış politika aracı, gümrük tarifeleri oldu. Donald Trump'ın başlattığı ve sonraki yönetimlerin sürdürdüğü bu strateji, Çin mallarına ağır vergiler getirilmesini öngörüyordu. Mantık basitti: Çin ekonomisine zarar vererek, fentanil öncül kimyasallarının kontrolü konusunda iş birliğine zorlamak. Ancak bu strateji beklenen sonucu vermediği gibi, Amerikan tüketicisine ek yük getirdi. Sarımsak örneği bu ironiyi açıkça gözler önüne seriyor. Çin, ABD'nin en büyük sarımsak tedarikçisi konumundaydı. 2018'de Trump yönetimi, Çin sarımsağına ağır gümrük vergileri getirdi. Sonuçta bir kutu Çin sarımsağının fiyatı 52-55 dolardan 70-74 dolar olan Kaliforniya sarımsağı seviyesine çıktı. Florida Senatörü Rick Scott'un "kirli sarımsak" ifadeleriyle ve "insanlara zorla çalıştırma" iddialarıyla Çin sarımsağına saldırması, bu korumacı politikaların siyasi boyutunu gösteriyordu. Ancak bu hamleler, fentanil tedarik zincirine darbe indirmedi. Aksine, kimyasal öncüllerin kaçakçılığı daha karmaşık yollarla devam etti.
Vergi artışları, Amerikan hane halkının enflasyonla mücadelesini zorlaştırdı. Ucuz Çin sarımsağı olmadan market fiyatları yükseldi. Restoran sektörü çalışanları bu durumu şöyle özetliyordu: "Arttırılan gümrük vergisi Çin sarımsağının fiyatını iki katına çıkardı ve bunun bedelini ABD'li müşteriler ödüyor." Aynı dönemde fentanil ölümleri ise rekor kırmaya devam etti. Bu çelişki, ABD'nin politika çıkmazını gözler önüne seriyordu: Gerçek tehdit olan fentanil tedarik zincirini durduramazken, gıda güvenliği gibi gerekçelerle sıradan tüketici ürünlerine savaş açılıyordu.
2023–2025 yılları arasında ABD ile Çin arasında fentanil odaklı diplomatik temaslar yoğunlaştı. Kasım 2023’teki Woodside Zirvesi’nde liderler, yasa dışı sentetik uyuşturucularla mücadele için ikili iş birliğini yeniden başlattı. Bu doğrultuda kurulan “Uyuşturucu ile Mücadele Çalışma Grubu”, Ocak 2024’te ilk kez toplandı. Toplantılarda, fentanil öncül kimyasallarının takibi, yasa dışı finansmanın engellenmesi ve bilgi paylaşımı gibi başlıklar öne çıktı. Çin, Mart ve Ağustos 2024’te bazı öncül kimyasalları kontrollü maddeler listesine ekleyerek somut adımlar attı. Temmuz 2024’teki Washington toplantısında bu iş birliği değerlendirildi ve yeni taahhütler verildi. Çin’in düzenlemeleri, ABD tarafından “önemli ilerleme” olarak nitelendirildi. Ancak iki taraf arasında güven sorunu sürüyor. Çin, ABD’nin kendisini suçlamasını reddederken; ABD Kongresi, Çin’in samimiyetine kuşkuyla yaklaşıyor.
Çin bu politikaları "ABD'nin korumacılık yoluyla Çin'in kalkınmasına karşı baskı yaratma çabası" olarak nitelendirdi. Çin medyası, Amerikan gümrük politikalarının gerçek hedefini şöyle yorumluyordu: "Uluslararası toplum şunu çok net görüyor; bu iddialar, ABD'nin devlet güçleri üzerinden Çin'in kalkınmasına karşı baskı yaratmak ve ekonomik bağlantıları koparmak için ortaya sürdüğü bahanelerdir." Gerçekten de fentanil krizi sürerken, ABD'nin drone'larından buzdolaplarına, endüstriyel kimyasallardan tarım ürünlerine kadar pek çok Çin menşeili ürün "ulusal güvenlik riski" olarak etiketleniyordu. Bu durum, iki ülke arasındaki güven bunalımının fentanil krizini çözmekten ne kadar uzak olduğunu gösteriyor.
Çin'in ABD'ye karşı tutumu ise fentanil krizinde kilit önemde. Pekin yönetimi, öncül kimyasalların ihracatını daha sıkı kontrol etmeyi kabul etse de bu konudaki şeffaflık sorunları devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın Çin ziyaretinde fentanili gündeme getirmesi, konunun diplomatik önemini koruduğunu gösteriyor. Ancak Tayvan ve diğer anlaşmazlık konuları, iş birliğinin önünde engel oluşturmayı sürdürüyor.
Yarının Savaş Alanı: Sentetik Uyuşturucular
Fentanil krizinin geleceği, yeni teknolojilerin ve uluslararası iş birliği ihtiyacının kesişiminde şekilleniyor. Massachusetts Senatörü Elizabeth Warren'ın uyarısı dikkat çekici: Kripto paralar, fentanil ticaretinde giderek artan bir rol oynuyor. Sınır ötesi, anonim ve merkeziyetsiz para transferleri, kartellerin gelirlerini aklamasını kolaylaştırıyor. Warren'ın bu yeni finans araçlarına sıkı düzenleme getirilmesi çağrısı, mücadelenin bir sonraki cephesinin siber uzayda olacağını gösteriyor.
Tedavi yöntemlerindeki güncellik sorunu ise krizin diğer bir boyutu. UCLA'dan Prof. Chelsea Shover, sistemin "tek bir uyuşturucuya odaklanmayı seçtiğini" ancak insanların "aynı anda birden fazla uyuşturucu kullandığını" vurguluyor. Bu çoklu bağımlılık gerçeği, özellikle fentanil ve metamfetamin veya kokain kombinasyonundan kaynaklanan ölümleri artırıyor. Geleneksel tedavi modelleri bu karmaşık tabloya cevap vermekte yetersiz kalıyor. Kim Blake'in oğlunu kaybettikten sonra başlattığı destek grupları, ailelerin yas sürecinde bile sisteme güvenmediklerini gösteriyor.
Ancak umut ışıkları da yok değil. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri verileri, Haziran 2023'ten itibaren fentanil kaynaklı ölümlerin %21'den fazla düştüğünü gösteriyor. Beş yıl sonra ilk kez yıllık ölümler 90 binin altına inmiş durumda. Bu düşüşte, nalokson gibi ters etki maddelerinin yaygınlaşması, farkındalık kampanyaları ve daha iyi tedavi programlarının etkisi var. Ancak uzmanlar, bu olumlu gelişmenin geçici olmaması için Çin ve Meksika ile iş birliğinin şart olduğunu vurguluyor.
Çin'in ABD'ye karşı tutumu ise fentanil krizinde kilit önemde. Pekin yönetimi, öncül kimyasalların ihracatını daha sıkı kontrol etmeyi kabul etse de bu konudaki şeffaflık sorunları devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın Çin ziyaretinde fentanili gündeme getirmesi, konunun diplomatik önemini koruduğunu gösteriyor. Ancak Tayvan ve diğer anlaşmazlık konuları, iş birliğinin önünde engel oluşturmayı sürdürüyor.
Meksika cephesinde ise kartellerle mücadele, iç siyasi istikrar gerektiriyor. Yeni başkan Claudia Sheinbaum'un kartellere karşı nasıl bir strateji izleyeceği, ABD-Meksika iş birliğinin düzeyi, fentanil üretim merkezlerinin etkisizleştirilmesinde belirleyici olacak. ABD Yüksek Mahkemesi'nin (SCOTUS) Meksika'nın, uyuşturucu kartelinin şiddetinden sorumlu tutmak için Amerikan silah üreticilerine dava açamayacağına karar vermesi, iki ülke arasındaki gerilimi artıran bir başka faktör.
Bir Molekülün Jeopolitiği
Fentanil krizi, 21. yüzyılın en karmaşık küresel sorunlarından biri olarak tarihe geçecek. Tıbbi bir buluşun toplumsal bir yıkıma dönüşmesinin, bir molekülün jeopolitik gerilimleri ateşlemesinin öyküsü. ABD ile Çin arasındaki bu "biyolojik savaş", geleneksel savaşlardan farklı cephelerde, farklı silahlarla ve farklı kurbanlarla sürüyor. Laboratuvarlar, sınır kapıları, sokaklar ve uluslararası konferans masaları, bu savaşın eş zamanlı olarak yürütüldüğü cepheler.
Bu savaşın en trajik yanı ise kurbanlarının çoğunun savaşla hiçbir ilgisinin olmaması. Kimi kanser ağrısından kurtulmak için tıbbi fentanil kullanan hastalar, kimi sokakta satılan hapların içindeki ölümcül dozu bilmeyen gençler, kimi de bağımlılıktan kurtulmaya çalışırken yanlış tedavi yöntemleri nedeniyle hayatını kaybedenler. Her biri, uluslararası politikaların ve ekonomik çıkarların kurbanı.
Fentanil krizinin çözümü ancak kapsamlı ve çok boyutlu bir yaklaşımla mümkün. Tedavi sistemlerinin modernizasyonu, uluslararası iş birliğinin samimiyetle tesis edilmesi, kimyasal kontrol mekanizmalarının etkinleştirilmesi ve bağımlılığın bir suç değil bir sağlık sorunu olarak ele alınması. ABD, Çin ve Meksika arasındaki bu ölümcül dans, ancak her üç ülkenin kendi iç sorumluluklarını kabul etmesiyle sona erebilir.
Bir zamanların tıp mucizesi, modern dünyanın en büyük toplumsal yıkımlarından birine dönüştü. Bu kriz, ulusların gücünün sadece askeri veya ekonomik göstergelerle ölçülemeyeceğini, en güçlü devletlerin bile moleküler düzeydeki tehditler karşısında savunmasız kalabileceğini gösterdi. Fentanil savaşı, 21. yüzyılın ilk büyük biyolojik savaşı olarak tarihe geçerken, insanlığın kendi yarattığı kimyasal canavarlarla mücadelesinin de simgesi oldu.
İlginizi Çekebilir