Yeni İran: Halkın vicdanından doğan siyaset
DIŞ POLİTİKATarih bazen bir ülkenin çöküşünü değil, insanın yeniden doğuşunu yazar. İran bugün tam o eşiğin üzerinde duruyor: Bir rejimin değil, bir bilincin dönüşümünü yaşıyor. Ve bu dönüşüm, yalnız İran için değil, bütün insanlık için bir ayna.
Bazı çağlar vardır; o çağlarda sessizlik bile bir çığlıktır. İran, bugün tam da o çağın içindedir. Kırk yıl boyunca susturulan kelimeler, şimdi duvar yazılarında, kadınların gözlerinde, gençlerin sessiz bakışlarında yeniden dile geliyor.
Çünkü bir ülkede korku yoksullukla yer değiştirdiğinde ve yoksulluk artık yalnız karnın değil, ruhun açlığına dönüştüğünde,
insanlar artık “nefes almayı” değil, onurla yaşamayı ister.
Bugün İran sokaklarında konuşan ne ideoloji, ne propaganda… Konuşan şey, vicdanın yankısıdır. Tahran’ın dar sokaklarından Tebriz’in avlularına, Meşhed’in türbelerinden İsfahan’ın pazarlarına kadar yayılan bu ses, yıllardır bastırılmış bir halkın kalbinden doğan yeni bir dilin habercisidir: Hakikatin dili.
Yıkılan Rejim Değil, Zihniyet
İran’da çöküş, tank sesleriyle değil, zihin duvarlarının sessiz yıkımıyla başladı.Bugün yıkılan şey bir iktidar değil, o iktidarı meşrulaştıran ahlakın sahte surlarıdır.
Amiral Ali Şamhani’nin kızının düğününde başörtüsüz kadınların dansı, yalnızca bir fotoğraf değil; ahlakın iktidar eliyle istismar edildiği bir yüzyılın aynasıdır. Bir yanda “ahlak devrimi” masalları, diğer yanda servet içinde yüzen siyaset aileleri…
O fotoğraf, bir çağın ikiyüzlülüğünün röntgenidir.
Artık İran halkı biliyor: Bu yoksulluğun, bu korkunun, bu suskunluğun faili dış güçler değil; kendi saraylarını halkın umudundan inşa edenlerdir.
Ve işte tam bu noktada, İran’da bir şey kırıldı: İdeoloji değil, itaat refleksi. Halk artık yalnız ekmek değil, anlam arıyor.
Bu, politik bir hareket değil; ontolojik bir uyanıştır — insanın kendi varlığını, kendi hakikatini yeniden fark edişidir.
Çünkü İran halkı artık sadece iktidara değil, kendi varlığına ve onuruna uyanıyor.
Kadın ve Gençliğin Çağı
Her toplumun bir vicdan eşiği vardır; İran bu eşiği kadınların saç telleriyle aştı. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” artık bir slogan değil savaşsız, bayraksız bir devrimin adı. Bu hareket, mollaların cübbesinden değil, bir annenin fısıldadığı ninniden doğdu.
Bir kız çocuğu örgüsünü çözerken, bir üniversiteli genç karartılmış ekranında özgürlüğün rengini ararken, İran’ın geleceği orada yazılıyor. Bu yeni siyaset, ne parti tabelasında ne cami avlusunda; vicdanın örgütlülüğünde filizleniyor.
Kadınlar artık sokağın değil, tarihin merkezine dönüyor. Ve hiçbir güç, halkın kalbinde kök salan bir hakikati susturamaz.
Dış Dünya ve İç Yalnızlık
İran artık dünyanın karşısına bir “devrim devleti” olarak değil, bir iç hesaplaşmanın devleti olarak çıkıyor. ABD ile buzlar çözülmek isteniyor, ama aynı anda Moskova’nın gölgesi de sorgulanıyor. Rusya’ya duyulan “mecburi dostluk”, Tahran’ın sabahını karartan bir gölgeye dönüşmüş durumda.
Yaptırımlar yalnızca ekonomiyi değil, inancı da çökertti. Çünkü açlığın en ağır biçimi, umuda inanma yeteneğini kaybetmektir.
Artık konuşulan nükleer pazarlıklar değil; onurlu bir geçim ve insanca bir varoluş. İran kendine döndükçe, dış dünyaya da yeni bir gözle bakacak: Ne Doğu’ya kör sadakat, ne Batı’ya kör öfke… Belki de ilk kez, kendine yönelmiş bir bilinç.
Bu dönüşüm, politik değil; varoluşsal bir yeniden doğuştur. Çünkü İran’ın gerçek gücü uranyumda değil, şairinin kaleminde, ressamının fırçasında, kadının cesaretinde, gençliğin umudundadır.
Türkiye ve Bölge İçin Aynadaki Sınav
İran’daki her sarsıntı Anadolu’da yankılanır. Bu iki halk, aynı iklimin çocuklarıdır; aynı hikâyeyi farklı dillerde anlatır:
yoksulluk, direnç, umut.
Türkiye için bu süreç yalnızca diplomatik değil, ahlaki bir sınavdır. Çünkü bölgesel barış, haritalarla değil, halkların kalpleriyle çizilir.
Eğer Türkiye, İran halkının özgürlük arayışına kulak verirse, geleceğin insani ve kültürel barış mimarisinde öncü olabilir. Kültür, sanat, akademi, kadın dayanışmaları bunlar, top sesinden daha güçlü köprülerdir. Gerçek diplomasi, silahların sustuğu değil, vicdanların konuştuğu yerdir.
Halkın Zamanı ve Hakikatin Yürüyüşü
Bugün İran’da sessizlik çöküyorsa, bu korkunun değil, bilincin sessizliğidir. Tarih, en gür sesini bazen en derin sessizlikten çıkarır. Toplum, kendi iç devrimini doğurmak üzeredir. Bir sabah tan ağardığında Tahran’da, kadınların kahkahası yükselecek.
Başörtüsü değil, masmavi gökyüzü konuşulacak. Şairler şiirlerini geri alacak, ressamlar tuvaline gökkuşağını dökecek.
Ve o gün, “devrim” kelimesi ilk kez kanla değil, sevgiyle anılacak.
Artık İran’da yeni bir devrim değil, yeni bir bilinç doğuyor. Tanklar değil, kelimeler hareket ediyor. Karınca sabrıyla, suyun sessizliğiyle ilerleyen bir yürüyüş bu. Ve hiçbir güç, hakikatin karşısında duramayacak.
Çünkü bir halk, kendi ışığını yakmayı öğrendiğinde, artık hiçbir karanlık ona hükmedemez.
Tarih bazen bir ülkenin çöküşünü değil, insanın yeniden doğuşunu yazar. İran bugün tam o eşiğin üzerinde duruyor: Bir rejimin değil, bir bilincin dönüşümünü yaşıyor. Ve bu dönüşüm, yalnız İran için değil, bütün insanlık için bir ayna.
İlginizi Çekebilir