Yemekle gelen yoksulluk: Türkiye’nin sessiz salgını
SAĞLIKVe evet: Bugünün salgını obezitedir. Ve bu salgın en çok yine yoksulları vuruyor. Eskiden veba fakiri bulur öldürürdü; bugün obezite aynı işi daha sistematik ve sessiz biçimde yapıyor. Çünkü artık açlık değil, yanıltıcı tokluk hissi öldürüyor.
Bugünün salgını obezitedir. Ve bu salgın en çok yine yoksulları vuruyor. Çözüm sadece kişisel iradeye, yürüyüş uygulamalarına ya da diyet listelerine bırakılamaz. Çocukların tabağından başlamak gerekir. Eğitimde fırsat eşitliğinin temel anayasal bir hak olduğunu unutmadan, okullarda ücretsiz ve dengeli beslenme programları, yalnızca sosyal bir destek değil; bir kalkınma politikasıdır. Çünkü eşit eğitim, eşit sağlık, eşit fırsat ancak eşit beslenme ile mümkündür. Bizim bu anlamda pilava değil, plana ihtiyacımız vardır.
Sağlık Bakanlığı’nın 81 ilde gerçekleştirdiği “İdeal Kilonu Öğren, Sağlıklı Yaşa” çalışması kapsamında, yaklaşık 5 milyon kişinin boy ve kilo ölçümleri yapıldı. Kimilerinin sosyal medyada alay ettiği, kimilerinin ise devletin önemli bir halk sağlığı adımı olarak gördüğü bu çalışmada, yapılan ölçümlere göre bireylerin %6’sı zayıf, %33’ü normal kilolu, %35,2’si fazla kilolu ve %25,7’si obez kategorisindeydi. Bu veriler, artık Türkiye’de obezitenin yalnızca bireysel bir “yaşam tarzı sorunu” değil, toplumun tamamını tehdit eden sessiz bir salgın haline geldiğini ortaya koyuyor.
Ekonomik kalkınmayla obezite arasındaki ilişkiye dair kamuoyunda sıklıkla tartışılan bir çelişki var. Yüksek gelirli bireylerde hareketsiz yaşam ve yoğun hazır gıda tüketimi gibi nedenlerle obezitenin daha yüksek olduğunu gösteren araştırmalar olduğu gibi; düşük gelirli bireylerde sağlıklı ve nitelikli beslenmeye yeterince erişilemediği için, ucuz, kalorisi yüksek ve besin değeri düşük sağlıksız gıdaların daha fazla tüketilmesi nedeniyle obezitenin daha yüksek olduğunu gösteren araştırmalar da var. Araştırma sonuçlarındaki farklılıklar, ülkelerin gelişmiş veya gelişmekte olan bir ülke olması, kültürel değerleri gibi farklı değişkenler ile açıklanıyor. Türkiye bu konuda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin sorunlarını birlikte yaşayan bir ülke. Ancak Türkiye’de beslenme alışkanlıklarından/olgusundan söz ederken, gelir düzeyi düştükçe sağlıklı gıdaya ulaşmanın zorlaştığı; ekonomik nedenlerle sağlıksız ve kalorisi yüksek ancak besin değeri düşük gıdalar tercih edildiği/edilmek zorunda kalındığı gerçeğini unutmamak gerekir. Bu nedenle obezite, bireysel tercihlerden çok sosyoekonomik eşitsizliklerle beslenen yapısal bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Aslında anlıyoruz ki mesele; sadece fazla yemek değil; neyle beslendiğin.
Bugün İstanbul’da Arnavutköy gibi düşük gelirli bir ilçede yaşayan bir çocukla, Beşiktaş gibi varlıklı bir semtteki yaşıtı arasında gözle görülür bir fark var. Ancak bu fark zayıflık değil; tersine, yoksul çocuğun daha kilolu olması. Çünkü dar gelirli aileler ucuz olduğu için karbonhidrat ağırlıklı, işlenmiş, katkı maddeli gıdalarla beslenmek zorunda kalıyor. Paketli kekler, gazlı içecekler ve tuzlu atıştırmalıklar çocukların günlük menüsüne dönüşüyor.
Aynı sınıfta bir çocuk her sabah tost ve meyve suyuyla gelirken, diğeri çay ve simitle günü geçirmeye çalışıyorsa; orada yalnızca bir kahvaltı değil, bir gelecek farkı oluşmuştur. Kalori değil, içerik eşit olmalı. Zihin eşitliğinin ön koşulu enerji eşitliğidir.
ÇOCUKLAR EŞİT GIDAYA ULAŞMALI
Bu sadece bedensel değil; aynı zamanda zihinsel yıpranma anlamına da geliyor. Harvard Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmaya göre, çocukluk çağında obeziteye maruz kalan bireylerde bilişsel performans düşüşü ve öğrenme güçlükleri görülme oranı anlamlı ölçüde artıyor. Sınıfta uyuklayan, dikkatini toplayamayan öğrenciler aslında uykusuz değil; kan şekeri dengesizliği yaşıyor. Bu da eğitimde adaleti daha sıraların başında yok ediyor.
İyi beslenemeyen çocuk iyi öğrenemez; iyi öğrenemeyen çocuk potansiyelini gerçekleştiremez. Ve potansiyelini gerçekleştiremeyen bireylerden oluşan toplum, ne kadar altyapı inşa ederse etsin, gerçek kalkınmaya ulaşamaz. Bu yüzden eğitimde fırsat eşitliğinden bahsedebilmek için önce beslenmede eşitliği sağlamak gerekiyor.
Aynı sınıfta bir çocuk her sabah tost ve meyve suyuyla gelirken, diğeri çay ve simitle günü geçirmeye çalışıyorsa; orada yalnızca bir kahvaltı değil, bir gelecek farkı oluşmuştur. Kalori değil, içerik eşit olmalı. Zihin eşitliğinin ön koşulu enerji eşitliğidir.
Tarih boyunca “etli butlu olmak” hem Doğu’da hem Batı’da zenginlik ve sağlık göstergesi sayıldı. Zayıflık hastalıkla özdeşleştirildi. Bu anlayış günümüzde hâlâ kimi ailelerde sürse de, çağ değişti. Artık ölüm kolera ya da vebadan değil; yüksek şeker, trans yağ ve raf ömrü uzatılmış katkı maddeleriyle geliyor. Hem de sessizce.
Ve evet: Bugünün salgını obezitedir. Ve bu salgın en çok yine yoksulları vuruyor. Eskiden veba fakiri bulur öldürürdü; bugün obezite aynı işi daha sistematik ve sessiz biçimde yapıyor. Çünkü artık açlık değil, yanıltıcı tokluk hissi öldürüyor.
Bu nedenle çözüm sadece kişisel iradeye, yürüyüş uygulamalarına ya da diyet listelerine bırakılamaz. Çocukların tabağından başlamak gerekir. Eğitimde fırsat eşitliğinin temel anayasal bir hak olduğunu unutmadan, okullarda ücretsiz ve dengeli beslenme programları, yalnızca sosyal bir destek değil; bir kalkınma politikasıdır.
Çünkü eşit eğitim, eşit sağlık, eşit fırsat ancak eşit beslenme ile mümkündür. Türkiye, çocuklarına doğru ve dengeli beslenme imkânı sunabilirse, sadece sağlıklı bireyler değil; adil, üretken ve özgüvenli bir toplum da inşa edebilir. Bizim bu anlamda pilava değil, plana ihtiyacımız vardır.
Ve belki o zaman, gerçekten de muasır medeniyetler seviyesine doğru tırmanmaya başlayabiliriz.
İlginizi Çekebilir