© Yeni Arayış

Wilhelm Furtwängler: Sanat, etik ve siyasetin kesişiminde bir sanatçının duruşu

Furtwängler, savaşın ardından Müttefikler tarafından denazifikasyon sürecine tabi tutulmuş ve 1946 yılında tüm suçlamalardan aklanmıştır. Savunmasında Nazi Partisi'ne üye olmadığını, sanatını rejim için bir araç haline getirmediğini ve Yahudi sanatçıları koruduğunu iddia etmiştir. 

Furtwängler vakası, sanatçının siyasi iktidar karşısındaki ahlaki sorumluluğunu tartışmaya açar. Sanatçının yalnızca estetik üretimine odaklanarak politikadan uzak durabileceği savı, özellikle totaliter rejimler söz konusu olduğunda ciddi bir eleştiriye açıktır.

20. yüzyıl klasik müzik tarihinin en önemli orkestra şeflerinden biri olarak kabul edilen Wilhelm Furtwängler, yalnızca sanatsal dehasıyla değil, Nazi Almanyası'ndaki tartışmalı konumuyla da tarihte yerini almıştır. Furtwängler’in Almanya’da kalmayı tercih etmesi, Nazi rejimiyle kurduğu mesafeli ancak işlevsel ilişkiler, savaş sonrası “suç ortaklığı” tartışmaları ve Yahudi sanatçılara verdiği destek gibi unsurlar, onu 20. yüzyılın en çok tartışılan sanatçı figürlerinden biri hâline getirmiştir. 

Hannah Arendt’in Totalitarizmin Kaynakları adlı eserinde belirttiği gibi, totaliter rejimler yalnızca politik alanı değil, kültürel üretimi de kontrol altına almak ister. Bu nedenle sanatçılar, yalnızca estetik değil, aynı zamanda etik ve politik bir konumlanışla da karşı karşıya kalırlar. Wilhelm Furtwängler’in “saf sanatsal görev” söylemiyle bu politik baskılara karşı durmaya çalıştığı ileri sürülse de, dönemin belgeleri ve tarihsel gelişmeler bu söylemin ne derece geçerli olduğu konusunda soru işaretleri yaratmaktadır.

Furtwängler, Nazi Partisi'ne üye olmamış, ancak Almanya’da kalarak rejimin kültürel projelerinde yer almıştır. 1933 yılında Berlin Filarmoni’nin baş şefliğine devam etmiş, Adolf Hitler’in katıldığı konserleri yönetmiş ve Nazi ideolojisinin simgesel etkinliklerinde sahneye çıkmıştır. Ancak Furtwängler, Yahudi bestecilerin eserlerinin yasaklanmasına karşı 1934 yılında Deutsche Allgemeine Zeitung’da yayımlanan mektubunda şu ifadeleri kullanmıştır: “Sanat, ırk veya siyasi görüşe göre sınırlanamaz; Alman müzik geleneğinin evrenselliği, bu tür yasaklarla yıkılamaz.” Bu mektup, rejimle açık bir çatışmaya girmeden sanatın evrenselliğini savunan bir strateji olarak okunabilir. Ancak aynı dönemde Propaganda Bakanlığı’nın konser afişlerinde Furtwängler’in adının “Büyük Alman Sanatçısı” olarak kullanılmasına müzisyenin ses çıkarmaması, etik açıdan problemli bulunmuştur.

Furtwängler, Yehudi Menuhin, Bronislaw Huberman ve Artur Schnabel gibi Yahudi sanatçıları savunmuş, onların Almanya’dan çıkışını kolaylaştırmak için mücadele etmiştir. Yehudi Menuhin 1947 yılında kendisi hakkında şöyle demiştir: “Yahudi sanatçılar için elinden geleni yapan Furtwängler, Nazi rejimi altında dürüst kalabilmiş az sayıdaki sanatçılardan biridir.” Bu tür bireysel dayanışma örnekleri Furtwängler’in kişisel düzeyde etik bir sorumluluk taşıdığını gösterse de, bu tutumun bir politik direnişe dönüşmediği açıktır.

Furtwängler’in tutumu, dönemin diğer önemli figürleriyle karşılaştırıldığında daha karmaşık bir yere oturur. Herbert von Karajan, Nazi Partisi’ne iki kez üye olmuş ve rejimin kültürel elitleri arasında yükselmiştir. Richard Strauss ise kısa bir süre Reich Müzik Odası başkanlığını kabul etmiş, ancak daha sonra görevden alınmıştır. Furtwängler, Strauss gibi yönetici olmayı reddetmiş, Karajan gibi partiye katılmamış; fakat Almanya’da kalmaya devam etmiştir. Erik Levi’ye göre, Furtwängler’in konumu, “ne işbirlikçi ne de direnişçi, daha çok pragmatik bir aracı” olarak tanımlanabilir. Bu pragmatizm, sanatçının rejimle kişisel ve kurumsal pazarlıklar yaparak sanatını sürdürmeye çalışmasıyla açıklanır.

Furtwängler, savaşın ardından Müttefikler tarafından denazifikasyon sürecine tabi tutulmuş ve 1946 yılında tüm suçlamalardan aklanmıştır. Savunmasında Nazi Partisi'ne üye olmadığını, sanatını rejim için bir araç haline getirmediğini ve Yahudi sanatçıları koruduğunu iddia etmiştir. 

Furtwängler vakası, sanatçının siyasi iktidar karşısındaki ahlaki sorumluluğunu tartışmaya açar. Sanatçının yalnızca estetik üretimine odaklanarak politikadan uzak durabileceği savı, özellikle totaliter rejimler söz konusu olduğunda ciddi bir eleştiriye açıktır. Furtwängler’in “Alman müzik ruhunu koruma” söylemi, sanatın politik araçsallaştırılması karşısında yetersiz kalmış; sanatçı, istemese de rejimin meşrulaştırıcı figürlerinden biri hâline gelmiştir. Buna karşın, bireysel düzeyde Yahudi sanatçılara sağladığı destek, onun tümüyle işbirlikçi olmadığını da göstermektedir. Ancak sanatın toplumsal yansımaları düşünüldüğünde, bireysel jestler suç ortaklığını ortadan kaldırmaya yetmemektedir. 

Bu yazı, Hayalperest Yayınevi tarafından önümüzdeki günlerde yayınlanacak olan “Nazi Almanyası’nda Kültür ve Sanat” başlıklı kitabımdan bir alıntıdır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER