Türköne, Bahçeli ve Erdoğan
SİYASETTürkiye’nin değişin dünya konjonktüründe güçlü bir ülke olmasının yolu, -etkisi olsa da- tek başına jeopolitik konumundan, var olan askeri gücüyle değil ancak demokratik bir devlet-toplum ilişkisini tahsis edebilmesi ile mümkündür.
Cumhur İttifakı’nda Bahçeli için öncelik MHP’nin toplumsal gücünden çok, devletin bekasıdır. Ve bu öncelik temelde ideolojiktir. Buna karşın Erdoğan ve çevresi için ise bu öncelik iktidar halinin korunmasıdır. Erdoğan için bu ortaklık ideolojik değil pragmatik bir tercihtir. Bu yaklaşımın en sarih halini iki partinin “terörsüz Türkiye” hedefine yaklaşımında görebiliriz. Bahçeli’nin siyaseten risk aldığı ortamda Erdoğan’ın mesafeli yakınlığının nedeni de budur. Bahçeli’nin İmamoğlu çıkışını bu açıdan terörsüz Türkiye hedefine ulaşmanın mütemmim cüz-i olarak da okuyabiliriz.
Geçmişte birlikte birkaç kez TV programlarına birlikte konuk olmuş, kendisiyle 1-2 kez söyleşi yapmış, farklı toplantılarda aynı masada oturmuş, aynı salonda bulunmuştuk. Sanırım 7 Haziran 2015 seçimlerinden birkaç ay önce Taksim Meydanı’nda karşılaştığımızda CHP’ye olana yakınlığımdan olsa gerek bana; “CHP’nin bilboardları daha etkili kullanması gerekir” demişti.
Onu son kez Silivri zindanında gördüm. Sanırım vekil görüşü idi. Kapılarının birinin kapanmadan diğerinin açılmadığı demir kapıları geçip ziyarete gelen vekille görüşeceğimiz bir gündü Mümtazer Türköne ile karşılaşmamız.
Yargılandığı farklı davalar nedeniyle aynı davadan yargılandığı isimlerden neredeyse 2.5 yıl daha fazla kaldı Silivri’de. Zindana şerbetli olduğundan olsa gerek, girdiği gibi dimdik çıktı oradan.
Ve son dönemde siyasetle ilgilenen herkesin sevse de sevmese de okuduğu en önemli isimlerden birisi Türköne.
Yazdığı yazılar, youtube programları ve konuk olduğu programlarda sadece entelektüel değil siyasi birikimini de yansıtıyor.
Dün T24’de Cansu Çamlıbel’e önemli bir söyleşi verdi.
Söyleşinin bir bütün olarak okunmasında yarar var.
Söyleşinin özellikle terörsüz Türkiye ile ilgili bölümü ve sürecin kesintiye uğramasının Bahçeli’yi erken seçime götüreceği yönündeki beklentisi önemli.
Türköne konuyla ilgili olarak üç alıntı paylaşacağım;
C.Ç.: Siyasi kulislerdeki dedikodu operasyonun en başta tam bu şekilde planlandığı, belediyeye de CHP’ye de kayyım atanması planıyla yola çıkıldığı yönünde. Zaten CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve diğer CHP’li kurmaylar da bu kulisi doğrulayan açıklamalar yaptılar.
M.T.: Muhtemelen proje oydu. Fakat bu, çözüm sürecini İmamoğlu'nu içeri atmaktan daha fazla zorlardı, hatta imha ederdi. ‘Kent uzlaşısı’ nedir? Siyasi Partiler Kanununa göre çalışan iki siyasi parti aralarında anlaşmışlar, seçime girmişler. Bunu siz terörün içine dahil ederseniz, çözüm sürecini nasıl başarıya ulaştıracaksınız?
…
C.Ç.: Sizin tezlerinizi özetlersek, Bahçeli güncel siyasetle değil yeni ulus devletin inşasıyla meşgul, yeri geldiğinde Erdoğan frene bassın diye kendisine medya üzerinden mesaj veriyor, bu arada Erdoğan hegemonik yönetim anlayışından vazgeçmek istemiyor, o yüzden de çözüm süreci Erdoğan’ın sonunu getirecek. Bir de üzerine son çıkışınızı ekleyeyim; “Bu sene bitmeden seçim olacağı kesin” diyorsunuz. Hatta parlamenter sisteme dönüşün de bu erken seçim kararının bir parçası olacağını da ekliyorsunuz. Yani size göre Erdoğan bunların hepsini kabul edecek. Neden etsin ki?
M.T.: Söylediklerimizin hepsi doğru. Gelin bunu senaryolaştıralım şimdi. Benim öngörüm şöyle… Erdoğan çözüm sürecini baltalayacak, yani çözüm sürecinin gelişmesini engelleyecek. Bahçeli de bunun üzerine Türkiye'yi erken seçime götürecek. Erdoğan çözüm sürecini baltalayacak çünkü daha önce anlattığım gibi hukuka dönüşün kendi hegemonik gücünü tırpanlayacağını ve kendini enterne edeceğini düşünecek. Bu yüzden de süreci küçük küçük tırpanlayarak sona erdirmeye çalışacak. Yani aslında Erdoğan çözüm sürecinin kendisine değil bu sürecin kendisine hukuk dayatacak olmasına karşı. Söyledim, hukuka dönüş olmadan da çözüm sürecinin başarılı olma ihtimali yok. O zaman da Bahçeli Türkiye'yi erken seçime götürmek zorunda. Çünkü çözüm sürecinin önü ancak o zaman açılır.”
…
M.T.: Hukuksuzluk zemininde ‘terörsüz Türkiye’nin başarılı olma ihtimali yok, Bahçeli bunun bilincinde. Onun için ‘İmamoğlu davası siyasidir, bir an önce bitirilsin’ diyor. İmamoğlu’nu ‘kent uzlaşısı’ndan yargılamak çözüm sürecini imha ederdi. Bahçeli ve Öcalan yeni bir ulus devlet inşa ediyor, çözüm süreci budur. Seçim olur, CHP iktidara gelirse hukuk kendiliğinden gelir. Çözüm sürecini başarılı kılmak için başka alternatifi kalmazsa Bahçeli bunun önünü açar”
Türköne’nin çizdiği bu tablo büyük bir kardeşliğin (Kürt-Türk) bir ulus-devlet sistematiği içinde birleştirilmesi. Ve bunu sağlayacak olan ise Türköne’ye göre hukuksal yani anayasal garanti.
Bu okumaya yani Türk-Kürt kardeşliğinin ulus-devlet içinde tek kimlik olma hedefine teorik açıdan itiraz etmek mümkün. Ki ben ediyorum.
Ama Türköne’nin teorik ve pratik açısından haklı olduğu nokta; toplumsal barışın temelinin ancak anayasal güvence ile sağlanabileceğidir.
Türkiye’nin değişin dünya konjonktüründe güçlü bir ülke olmasının yolu, -etkisi olsa da- tek başına jeopolitik konumundan, var olan askeri gücüyle değil ancak demokratik bir devlet-toplum ilişkisini tahsis edebilmesi ile mümkündür.
HUKUK=DEMOKRATİKLEŞME
Türköne’nin terörsüz Türkiye hedefinin ancak hukuka dönüşle mümkün olduğu tezinde de aynı ölçüde haklıdır.
Nitekim sürece ihtiyatlı temkinlikle bakanların temel tezi de; sürecin silahların susmasını sağlasa da demokratikleşmeyi es geçmesidir. Ve demokratikleşmenin olmadığı bir sistemde silahların susması ile başlayacak barış döneminin istendiği kadar uzun sürmeyeceğidir.
Unutmayalım ki, PKK bir sonuç ve bu sonucu ortaya çıkaran neden ise ülkede demokratik zemin olmamasıdır.
Ve hep söylediğimiz üzere Türkiye’nin değişen dünya konjonktüründe güçlü bir ülke olmasının yolu, -etkisi olsa da- tek başına jeopolitik konumundan, var olan askeri gücüyle değil ancak demokratik bir devlet-toplum ilişkisini tahsis edebilmesi ile mümkündür.
Bu açıdan ben ve benim gibilerin sürecin eksiği olarak gördüğümüz demokratikleşmeyi, Türköne hukuksuzluk zemininin ortadan kaldırılması olarak görüyor. Ama muradımız aynı.
Son olarak şunu da ekleyerek bitirelim.
2017’de karşımıza Cumhur İttifakı olarak çıkan AKP-MHP ittifakının temeli muhtemelen Nisan 2015’de atıldı ve temel büyük ölçüde Kürt siyasi hareketinin güçlenmesi idi.
Bu ortaklık görünen o ki son 1-2 yılda hayli değişmiştir.
Bahçeli için öncelik MHP’nin toplumsal gücünden çok, devletin bekasıdır. Ve bu öncelik temelde ideolojiktir.
Buna karşın Erdoğan ve çevresi için ise bu öncelik iktidar halinin korunmasıdır. Hatta bunun için Bahçeli’nin gücü operasyonel olarak bile görülebilir. Bu açıdan Erdoğan için bu ortaklık ideolojik değil pragmatik bir tercihtir.
Bu yaklaşımın en sarih halini iki partinin “terörsüz Türkiye” hedefine yaklaşımında görebiliriz. Bahçeli’nin siyaseten risk aldığı ortamda Erdoğan’ın mesafeli yakınlığının nedeni de budur.
Türköne’nin yazılarında, söyleşinde ifade ettiği de budur.
Hukuk/demokrasi olmazsa toplumsal barış olmayacağı gibi ülkenin bekası da mümkün değildir.
Bahçeli’nin İmamoğlu çıkışını bu açıdan terörsüz Türkiye hedefine ulaşmanın mütemmim cüz-i olarak da okuyabiliriz.
İlginizi Çekebilir