© Yeni Arayış

Türkiye’nin Avrupa anahtarı: Erdoğan ile Özel’in buluşma noktası

Avrupa Birliği’nin geleceği, yalnızca Brüksel’in kararlarında değil, Ankara ile kuracağı yeni denklemin niteliğinde gizli. Türkiye’nin Avrupa için bir “alternatif” değil, bir “zorunluluk” olduğu gerçeği giderek daha fazla görünür hale geliyor. Erdoğan ve Özel’in söylemleri farklı siyasi kaynaklardan gelse de aynı noktaya işaret ediyor: Türkiye’siz bir Avrupa, eksik bir Avrupa’dır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan:

“Avrupa Birliği’ni ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibara içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir.”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel:
“Işık hızıyla AB sürecini başlatacağız.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde dile getirdiği “Avrupa Birliği’ni içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir” sözleri, diplomatik bir restleşmeden öte, Avrupa’nın yapısal krizlerini açığa çıkaran stratejik bir okumadır. Avrupa Birliği, tarihsel olarak “barış projesi” üzerine inşa edilmiş olsa da bugün ne ekonomik büyümede, ne güvenlikte, ne de küresel etkinlikte aynı iddiayı sürdürebilmektedir.
 

Avrupa Merkez Siyasetinin Çözülüşü

Avrupa’nın “merkez siyaseti”, Soğuk Savaş sonrası liberal değerler üzerine kurulu dengeyi koruyamadı. İslam karşıtlığı, göç karşıtlığı ve yabancı düşmanlığını popülizmin merkezine oturtan radikal sağ partiler, kıtada siyaseti sistematik biçimde rehin aldı. Almanya seçimlerinde AfD’nin Trump ve ekibinden aldığı açık destekle oylarını ikiye katlaması, Avrupa siyasetinin artık yalnızca iç dinamiklerle şekillenmediğini; ABD’nin doğrudan müdahalelerinin de kıtanın geleceğini belirlediğini gösterdi.

Demokrasiye karşı bağışıklık kazanamayan merkez siyaset, radikal sağın ideolojik hegemonyasına teslim olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu da AB’nin geleceğini doğrudan tehdit ediyor.


Türkiye’nin Jeopolitik ve Demografik Kartı

Bu çalkantılı tabloda Türkiye, Avrupa için stratejik bir denge unsuru olarak öne çıkıyor:
    •    Demografik Dinamizm: Avrupa hızla yaşlanırken Türkiye’nin genç nüfusu kıta ekonomisine “taze kan” sağlayabilecek nadir seçeneklerden biridir.
    •    Jeopolitik Konum: Balkanlar’dan Ortadoğu’ya, Karadeniz’den Doğu Akdeniz’e uzanan etki alanı, AB’nin güvenlik mimarisi için vazgeçilmezdir.
    •    Savunma ve Enerji: Gelişen savunma sanayii ve enerji koridorlarındaki kritik rolü, Avrupa’nın stratejik özerklik arayışında Ankara’yı kilit aktör haline getirmektedir.

Erdoğan’ın çıkışı, bu bağlamda yalnızca bir siyasi söylem değil; Avrupa’nın varoluşsal sorunlarına işaret eden jeopolitik bir önermedir.


Brexit Sonrası Güç Boşluğu ve Türkiye Faktörü

Brexit ile birlikte AB küresel ölçekte güç kaybına uğradı. Birliğin hem ekonomik hem de siyasi ağırlığı törpülendi. Bu boşluğun doldurulması için Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ya da tam üyelik seçeneği yeniden tartışmaya açılabilir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “ışık hızıyla AB sürecini başlatacağız” vaadi de iç politikada Avrupa perspektifinin hâlâ güçlü bir karşılık bulduğunu gösteriyor.

Dolayısıyla mesele yalnızca Ankara’nın Avrupa’ya entegrasyonu değil; aynı zamanda Brüksel’in kendi küresel iddiasını ayakta tutup tutamayacağıdır.


ABD Faktörü: Trump ve Yeni Jeopolitik Dalga

ABD’nin yeniden Trump liderliğinde daha öngörülemez bir hatta savrulması, Avrupa’yı kendi güvenlik stratejilerini gözden geçirmeye zorluyor. NATO’nun geleceği sorgulanırken, Türkiye gibi bölgesel güçlerin önemi daha da artıyor. ABD’nin AfD’ye verdiği destek, Avrupa iç siyasetinde “yeni soğuk savaş” benzeri bir kutuplaşmayı tetikliyor. Bu durumda Türkiye, yalnızca AB için değil, küresel ölçekte de kritik bir istikrar unsuru haline geliyor.

Brüksel’in İkilemi: Kimlik mi Strateji mi?

Asıl soru burada düğümleniyor: Avrupa, Türkiye’yi gerçek bir üye olarak kabul etmeye hazır mı?
    •    Bir yanda “demokrasi ve hukuk devleti” kriterleri üzerinden açılan dosyalar var.
    •    Diğer yanda, Türkiye’nin yokluğunda çözülemeyecek enerji, güvenlik ve göç sorunları…

Brüksel, bu ikilemin gölgesinde karar vermek zorunda: Kimliksel kaygıları mı önceleyecek, yoksa stratejik gerçekliklere mi teslim olacak?

Türkiye’nin Özgüveni, Avrupa’nın Çıkmazı

Türkiye, artık kapıda bekleyen pasif bir aday değil; çok boyutlu dış politikası ve artan jeopolitik ağırlığıyla oyunun kurallarını değiştiren bir aktör. Erdoğan’ın çıkışı, Avrupa’nın bugünkü krizlerini cesurca ortaya koyuyor: Avrupa, Türkiye’siz bir gelecek inşa edemez.

Bu nedenle mesele, Türkiye’nin Avrupa’ya ihtiyacı değil; Avrupa’nın Türkiye’ye mecburiyetidir. Eğer Brüksel bu stratejik gerçeği görmezden gelmeye devam ederse, birleşik Avrupa projesi yalnızca iç krizlerin değil, tarihsel bir başarısızlığın da adı haline gelecektir.

Her ne kadar Türkiye’de iktidar ve muhalefet birçok konuda sert bir şekilde karşı karşıya gelse de, Erdoğan ile Özgür Özel’in AB konusundaki açıklamaları, iki farklı siyasi hattın ortak bir stratejik vizyonda kesişebileceğini gösteriyor. İşte bu nokta, Türkiye’nin Avrupa için ne denli vazgeçilmez bir aktör haline geldiğini bir kez daha kanıtlıyor.

Türkiye-AB İlişkilerinde Yeni Bir Dönem Mümkün mü?
    1.    Stratejik Zorunluluklar İttifakı:
Avrupa, enerji güvenliği, savunma ve göç gibi kritik alanlarda Türkiye ile yakınlaşmak zorunda kalacak. Bu, tam üyelik olmasa bile daha kurumsallaşmış bir ortaklık zemini doğurabilir.
    2.    İç Siyasetin Rolü:
Türkiye’de hem Erdoğan’ın özgüveni hem de Özel’in “AB sürecini hızla başlatma” vaadi, Ankara’nın farklı siyasi iktidarlar altında bile Avrupa perspektifini masada tutacağını gösteriyor. Bu, AB’nin Ankara’ya yaklaşımını daha pragmatik kılabilir.
    3.    ABD Faktörü ve Güvenlik Mimarisinin Dönüşümü:
Trump sonrası dönemde Avrupa’nın NATO’ya bağımlılığı sorgulanmaya devam edecek. Bu süreçte Türkiye, kıtanın kendi güvenlik politikasında “kilit taşı” konumuna yerleşebilir.
    4.    Kimlik Krizi ile Stratejik Gerçeklik Arasında AB:
Avrupa’nın önünde zor bir tercih var: Kimliksel reflekslerle Türkiye’yi dışarıda tutmak mı, yoksa stratejik gerçeklere teslim olup yeni bir entegrasyon modeli geliştirmek mi?

Avrupa Birliği’nin geleceği, yalnızca Brüksel’in kararlarında değil, Ankara ile kuracağı yeni denklemin niteliğinde gizli. Türkiye’nin Avrupa için bir “alternatif” değil, bir “zorunluluk” olduğu gerçeği giderek daha fazla görünür hale geliyor. Erdoğan ve Özel’in söylemleri farklı siyasi kaynaklardan gelse de aynı noktaya işaret ediyor: Türkiye’siz bir Avrupa, eksik bir Avrupa’dır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER