Terörsüz Türkiye, Demokrasi ve Hukuk Devleti
SİYASETBütün bu olumsuzluklara karşın DEM Parti siyasetçilerinin ifade özgürlükleri, rahat siyasal etkinlikte bulunmaları, seçilmeleri durumunda artık kayyım atamalarıyla karşı karşıya kalmadan yönetebilmeleri mümkün olabilecekse, diğer muhalefet partilerinin de aynı koşullarda siyasal faaliyette bulunmaları mümkün olabilecek midir?
Terörün artık siyasal hayatımızdan çıktığı bir Türkiye son derecede önemli bir gelişmedir. Ancak, bu gelişmenin sürdürülebilmesi için demokrasi ve hukuk devletinin de güçlendirilmesi ve tüm yurttaşlara özgürlük ve eşitlik içinde haklarını kullanarak yaşayacakları vakarlı bir hayat sunmak da gerekmektedir. Demokrasi ve hukuk devleti sadece bir grup veya topluluğa ihsan-ı şahane gibi verilebilecek, toplumun geri kalanından sakınılacak bir uygulama değildir.
Giriş: Terörsüz Türkiye Gelişmeleri
2024 içinde kamuoyuna açıklanan bir süreçle iktidar ve özellikle Cumhur İttifakı’nın ortaklarından Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) başkanı tarafından hem Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), hem de terör örgütü kurmak ve yönetmekten sanık olan PKK lideri Abdullah Öcalan arasında müzakereler yoluyla 2015 yılında terk edilmiş olan açılım sürecinin bir benzeri yeniden hayata geçirilmiş oldu. Bu kez sürecin adına açılım denmedi ve 2013 – 2015 arasındaki süreçte rol almamış ve onu ciddi şekilde eleştirmiş olan MHP de sürece dahil olarak barış, terörsüz Türkiye ve Kürt sorununun çözümü vurgularında bulunuldu.
DEM Parti’den yapılan açıklamada ayrıca demokrasi ve hukuk devleti vurguları da yapıldı. Ancak bu sürecin ayrıntıları ve yapılan müzakerelerin içeriği hakkında kamuoyu bilgilendirilmedi. Meclis’teki siyasal partilerle Aralık 2024 sonunda bu süreçle ilgili temaslarda bulunan DEM Parti temsilcilerinin aktadıkları hususlara ilişkin pek bir bilgi de kamuoyu ile paylaşılmadı. 27 Şubat 2025’te Öcalan, DEM Parti tarafından yayınlanan çağrısında “... çok kırılgan hâl alan tarihsel [Türk – Kürt ilişkisini, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir... Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır” denilmiştir. Aynı çağrıda barış ve demokratik toplum dilinin geliştirilmesine de vurgu yapılırken, DEM Parti adına konuşan müteveffa Sırrı Süreyya Önder de “..şüphesiz ki pratikte silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” açıklamasında bulundu. Mayıs 2025 başında da PKK Kongre toplayarak bu çerçevede kararlar almış olduğunu açıkladı.
Bu durumda geniş ve adeta küresel bir ağın parçası olan PKK kendisini feshederek silah bırakma yoluna gidecekmiş izlenimi vermektedir. Bunun yanısıra Abdullah Öcalan’ın fiziksel tecridi azaltılarak başlayan süreç üzerinde çalışması sağlanacak gibi görünmektedir. Aynı zamanda TBMM’nde DEM Parti’nin de katılımıyla içeriği henüz kamu oyuyla paylaşılmayan bir anayasa değişikliği yapılacağı ve bu yolla Kürtlere haklar, özgürlükler ve demokrasi içinde hukukun üstünlüğünde yaşama olanakları sunulacakmış gibi durmaktadır.
Bu adımların atılmaya başlanacağının anlaşılmasıyla birlikte Cumhur İttifakı içindeki Yeniden Refah Partisi ve dışındaki İYİ Parti lider ve sözcüleri çeşitli endişe ve kaygılarını da dile getirerek tepki vermişlerdir. CHP özellikle terörsüzlük ve barış olacaksa, bunu destekleyeceklerini, ancak anayasa değişikliğine konu olacak hususları TBMM’nde görüşerek yola devam edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Bu aşamada bir dizi soru veya sorun belirgin bir hal almaya başlamıştır. Anayasa değişiklikleri yapılacaksa, bunun kapsamı ne olacaktır? Bugünkü Meclis’in anayasayı toptan yürürlükten kaldırıp yerine yeni bir anayasa yapması hukuken mümkün müdür? Her halükarda anayasa değişikliğinin kapsamı ne olacaktır?
Bu değişiklikler muhalefet partilerinin de katılacağı, dinleneceği, böylece benimsenen ve Cumhur İttifakı ve DEM Parti dışındaki partilerin de kabul edeceği bir içerikte mi olacaktır; yoksa 2007’den beri yapılan anayasa değişikliklerinde olduğu gibi bu anayasa değişiklikleri de muhalefeti dışlayarak, ötekileştirerek, düşmanlaştırarak mı yapılacaktır? DEM Parti ve Öcalan’ın talep ettikleri değişiklikler devletin üniter yapısına ne etkide bulunacaktır? Kürt seçmenlere özgürlükler, haklar ve hukukun üstünlüğüne göre muamele edilecekse, geri kalan yurttaşlara aynı ölçüde özgürlük, haklar ve hukukun üstünlüğünden yararlanma olanağı sunulacak mıdır? Yoksa, 16 Nisan 2017 halk oylamasıyla kabul edilen ve 2018 yazından sonra yürürlüğe konan neo-patrimonyal sultanizm rejimi güçlenerek devam ettirilmeye çalışılacak ve Kürtlere demokrasi ve hukuk devleti, geri kalan seçmenlere ise sultanizm mi uygulanmaya devam edecektir?
Bu soruların sayısı ve kapsamını da genişletebiliriz. Ancak şimdilik, kamuya yapılan açıklamalardan bilebildiğimiz kadarıyla yapılacak değişikliklerin ortaya koyduğu manzaraya daha yakından bakan bir ön çözümlemede bulunabiliriz.
Bütün bu olumsuzluklara karşın DEM Parti siyasetçilerinin ifade özgürlükleri, rahat siyasal etkinlikte bulunmaları, seçilmeleri durumunda artık kayyım atamalarıyla karşı karşıya kalmadan yönetebilmeleri mümkün olabilecekse, diğer muhalefet partilerinin de aynı koşullarda siyasal faaliyette bulunmaları mümkün olabilecek midir? Burada zikredilen demokratikleşme, özgürlükler, hukukun üstünlüğü sadece DEM Parti ve seçmenleri için geçerli olacaksa, o zaman bir grup seçmen ve siyasal partilere demokrasi, diğer muhalefet partilerine ise otokrasi mi uygulanacaktır? Bu durum nasıl sürdürülebilecektir?
Kürtlere Özgürlük, Diğerlerine Yasak, Kayyım ve Hapis mi?
Bugüne kadar yapılan açıklamalar çerçevesinde anayasada ve ona bağlı olan siyasal rejimde yapılacak değişikliklerle yapılacak olan yürürlükteki sultanizm rejiminin pekiştirilmesi ve yapılacak yeni seçimlerde Cumhur İttifakı’nın seçimleri tekrar kazanması için yeni düzenlemeler getirilmesi ve özellikle Cumhurbaşkanı’nın tekrar (dördüncü kez) aday olabilmesinin sağlanması esas alınacaksa, giderek otoriterleşen melez sultanizm rejiminin demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne cevaz verecek biçimde değişmesinin sağlanacağını düşünmek için pek bir neden bulunmuyor.
Yedi yıllık sultanizm rejimi hükümet biçiminin uygulamaları sonucunda Türkiye’de gelir dağılımı bozularak yoksulluk artmıştır (UNDP, Human Development Report 2023 -2024 ve 2025). Türkiye’nin 2016’da %41 olan yolsuzluk algısı puanı 2022’de %36’ya, 2023’te %34’e düşerken, 2024 sonunda da %34’te sabit kalmıştır. Bu süre içinde Türkiye’nin hukukun üstünlüğü performansı Dünya Adalet Projesi ölçümlerine göre 2014 yılında 59/99. ülke sırasında bulunurken, 2020’de 107 / 128. sıraya, 2022’de 116 / 140. sıraya gerilemiş, 2024 sonunda da 117/142. sıraya inmiştir. The Economist’in Democracy Index ölçümlerine göre Türkiye’nin puanı, 10 puanın mükemmel demokrasiyi 0’ın ise mutlak otoriterliği gösterdiği bir ölçekte 2017 yılında 4.88 / 10’dan 2023’te 4.33 / 10’a, 2024 sonunda da 4.26 / 10’a düşerken, Türkiye’nin demokrasi ile yönetilmeyen bir melez rejim olduğu saptanmaktadır. Varieties of Democracy (V-DEM) demokrasi ölçümlerine göre de Türkiye 2024’te seçimsel otokrasi (electoral autocracy) olarak nitelendirilmektedir.
Freedom House tarafından ise, 1973’den beri demokrasi performansı ölçülen Türkiye, askeri darbe dönemleri de dahil olmak üzere, ilk kez 2018’den beri “özgür olmayan ülke (not free)” olarak nitelendirilmektedir. Türkiye’nin The Economist, Democracy Index hesaplamalarına göre özgürlükler (civil liberties) puanı 2022, 2023 ve 2024 yıllarında 2.06 / 10 düzeyinde olup, otoriter olarak tanımlanan Gine, Kamerun, Rusya, Azerbaycan, Belarus gibi ülkeler düzeyinde yer almaktadır. Sınır Tanımayan Muhabirler (RSF) Dünya Basın Özgürlüğü Raporu verilerine göre, Türkiye Basın Özgürlüğü sıralamasında 2017 yılında 157 / 180. sırada yer alırken 2025’te 159/180. sırada yer alarak dünyada basın özgürlüğünün olmadığıyla ünlenen Asya, Latin Amerika ve Afrika ülkeleri arasında yer alan bir yasaklar ülkesi görüntüsü vermektedir.
2018 – 2025 arasında geçirdiği değişimle Türkiye’deki siyasal rejim ve onun hükümetinin performansı hızla demokrasi ve hukukun üstünlüğünden uzaklaşan, yoksulluk, yolsuzluk ve yasakların alabildiğince derinleştiği bir görüntü sergilemektedir. Bu rejimi güçlendirmek ve iyice yerleştirmek için yapılacak bir anayasa girişiminden demokrasi çıkacağını beklemek, hiç de inandırıcıymış gibi görünmemektedir. O zaman DEM Partili siyasetçilerinin demokrasi ve hukukun üstünlüğüne vurgu yapan açıklama ve beklentileri ne anlama gelmektedir?
Bütün bu olumsuzluklara karşın DEM Parti siyasetçilerinin ifade özgürlükleri, rahat siyasal etkinlikte bulunmaları, seçilmeleri durumunda artık kayyım atamalarıyla karşı karşıya kalmadan yönetebilmeleri mümkün olabilecekse, diğer muhalefet partilerinin de aynı koşullarda siyasal faaliyette bulunmaları mümkün olabilecek midir? Burada zikredilen demokratikleşme, özgürlükler, hukukun üstünlüğü sadece DEM Parti ve seçmenleri için geçerli olacaksa, o zaman bir grup seçmen ve siyasal partilere demokrasi, diğer muhalefet partilerine ise otokrasi mi uygulanacaktır? Bu durum nasıl sürdürülebilecektir? DEM Partili seçmenler ve parti üyeleri Cumhurbaşkanı hakkında, her konuda serbestçe eleştiride bulunabilecek, hiçbir iftira, hakaret, terör v.b. isnatla soruşturmaya uğramayacak, ama diğer seçmenler ve partiler tam tersine en ufak bir eleştiride iftira, hakaret, terör v.b. isnatlarla soruşturmaya uğrayacalarsa, bu rejime demokrasi denebilecek midir? Demokrasi, Robert Dahl’ın Polyarchy (1971) çalışmasından beri seçmenlerin tamamının kapsandığı, kucaklandığı, siyasal karar alma süreçlerine çekincesiz, korkusuz dahil edildiği (inclusivity) esasına göre çalışan bir siyasal rejimdir. Oysa, burada tam bir dışlama ve ayrımcılık süreci mevcut olacakmış gibi duruyor. DEM Partililere özgürlük, geri kalanlarına soruşturma ve tutuklama! Böyle bir ortamda ne kapsayıcılıktan (inclusivity) ne de özgür muhalefetten (contestation), eşit koşullarda hakça yarışan siyasal partilerden (level playing field), dolayısıyla iki temel koşulu da mevcut olmayan bir demokrasiden bahsedilebilir.
Anayasa değişse bile, Cumhur İttifakı’nın gelecek seçimle ilgili tüm istekleri karşılandığında, yeni anayasanın DEM Parti ve seçmenine uygulanmaya devam edeceğinin ne garantisi vardır? 21 Ekim 2007 değişikliklerinden beri, bizzat kendilerinin başını çektikleri girişimlerde 2010 ve 2017’de de değişen anayasaya, özellikle bizzat kendilerinin tasarladıkları 101, 104, 116. madde gibi maddelere, uymamayı sıradanlaştırmış olan bir siyasal seçkin grubunun bu kez yaptıkları anayasaya sultanizm rejimi içinde kalarak yaklaşımlarının değişeceğinin ne gibi bir garantisi bulunmaktadır? O zaman DEM Parti seçmenleri ve siyasetçileri ne yapacaklardır?
Demokrasi ve hukuk devleti yönüne dönüp de emin ve güvenilir adımlarla bu yolda hareket eden bir siyasal seçkin kitlesi ağırlığı ortaya çıkmadan bir liberal demokrasi ve onun anayasasının hayata geçmesinin mümkün olabilmesi, olsa olsa fanteziden ibarettir. Böyle bir fantezinin gerçekleşmeyeceğini bugüne kadar izlediğimiz bir çok fantezi peşinde koşma örneğinde görmüş bulunuyoruz.
Türkiye siyasetini neo-patrimonyal sultanizm rejiminde terörsüzlük veya onun karşısında liberal demokrasi tercihi ile karşı karşıya bırakmak, 1945’ten beridir süren demokratikleşmenin sekseninci yılında ulaşılan bir konum olarak kabul edilemez.
Sonuç: Terörsüz ama Demokrasisiz Türkiye mi?
Terörün artık siyasal hayatımızdan çıktığı bir Türkiye son derecede önemli bir gelişmedir. Ancak, bu gelişmenin sürdürülebilmesi için demokrasi ve hukuk devletinin de güçlendirilmesi ve tüm yurttaşlara özgürlük ve eşitlik içinde haklarını kullanarak yaşayacakları vakarlı bir hayat sunmak da gerekmektedir. Demokrasi ve hukuk devleti sadece bir grup veya topluluğa ihsan-ı şahane gibi verilebilecek, toplumun geri kalanından sakınılacak bir uygulama değildir. Tüm toplum demokrasi ve hukuk devleti uygulamasından eşit olarak yararlanamazsa, o ülkeyi demokrasi olarak kabul etmiyor çağdaş siyaset bilimi.
Türkiye siyasetini neo-patrimonyal sultanizm rejiminde terörsüzlük veya onun karşısında liberal demokrasi tercihi ile karşı karşıya bırakmak, 1945’ten beridir süren demokratikleşmenin sekseninci yılında ulaşılan bir konum olarak kabul edilemez. İstikrarlı ve şiddet içermeyen bir demokratik hukuk devleti oluşturmayı, özellikle bizimle birlikte veya bizden sonra demokratikleşme sürecini başlatmış Almanya, İtalya, Japonya veya Güney Kore ile karşılaştırdığımızda, seksen yıldır becerememek, maalesef son derecede üzüntü verici bir başarısızlık örneği olarak karşımızda duruyor.
--------
1. https://www.demparti.org.tr/ tr/baris-ve-demokratik-toplum-cagrisi/20769/
2. https://www.demparti.org.tr/ tr/baris-ve-demokratik-toplum-cagrisi/20769/
3. Orta Doğu’dan Wahsington D.C., ABD, Brüksel, Belçika ve Avrupa Birliği ile Moskova, Rusya’ya kadar uzanan ilişkileri ve temsilcilikleriyle PKK tüm bu ağı ortadan kaldıracak bir adım atacak mıdır? Yoksa sadece, Türkiye’yi hedef alan örgütlenme ve faaliyetlerine mi son vermeyi taahhüt etmektedir? Küresel örgüt ağı ortadan kalkmayacaksa, sadece Türkiye ile ilgili kısmın ortadan kalkması ne derecede etkili bir sonuç ortaya çıkartabilecektir? Bu sorunun yanıtını da yaşayıp göreceğiz sanırım.
4. Transparency International, Perception of Corruption Index: 2016 – 2025.
5. Kalaycıoğlu, Ersin (16 Haziran, 2024) “Bir Sultanizm Pratiği: Vizyon yerine fantezi ile yönetim,” Yeni Arayış.
İlginizi Çekebilir