© Yeni Arayış

Terörsüz Türkiye

“Terörsüz Türkiye” söylemi bir süre gündemde kalacağa benziyor.

Geçmişi bir yana bırakmadan, önümüzdeki geleceğe odaklanmak en doğru yaklaşım olacaktır. Çözümü demografik bir takım tasarımlar yerine, eşitlikçi ve gerçek bir demokratik rejim dışında aramak, bölge dengelerine baktığımızda, acı ve düş kırıklığından başka sonuç vermeyecektir.

“Terörsüz Türkiye” söylemi bir süre gündemde kalacağa benziyor. Geçtiğimiz cuma günü -11 Temmuz 2025- Kürdistan özerk yönetiminin gözetiminde gerçekleşen, simgesel silah bırakma gösterisi söylemden eyleme geçişin ilk adımıydı. İktidar kontrolündeki medyanın çok önemsediği bu gösteri, terör eylemlerinin bir süreliğine ancak şartlı durdurulacağını gösteriyor.

İktidar çevrelerinin zafer algısıyla kamuoyuna sundukları, bu gösterinin ardından yapılan açıklamalar ve Sayın Cumhurbaşkanının Partisinin Kızılcahamam toplantısındaki konuşmaları, yüzyılı aşkın Cumhuriyet tarihimizde yeni ve köktenci bir geriye dönüş arzusunu işaret ediyor.Daha doğrusu yüzyıl öncesine ait bir takım özlemlerin dışa vurumuna benziyor.

Lübnan kökenli ABD B. Elçisinin Türkiye ve Suriye’deki söyleşi ve demeçleri ile gündeme gelen, “Yeniden Osmanlı” yapılanması diyebileceğimiz önerileri ile başlatılan süreç, aslında BOP’un bir üst aşamasından başka bir şey değil.

Benzer söyleme DEM Eşbaşkanı Hatimoğulları’nın son günlerdeki açıklamalarında da rastlanıyor. “Terörsüz Türkiye" sürecini PKK’nın silah bırakmasıyla sınırlı olmayan, aynı zamanda  demokratikleşmenin de bir parçası olarak gördüğünü dile getiriyor. ”Hukuki, siyasi ve kültürel” adımlar atılmasını, barış sürecinin hukukun üstünlüğü, adalet ve toplumsal mutabakatla sürdürülebileceğinin altını çiziyor. “Çok kültürlü toplulukların haklarının tanınması ve korunması için yapısal reformlara ihtiyaç duyulduğunu, barışın toplumsallaşması için DEM Parti’nin Türkiye genelinde yoğun bir çalışma yürüttüğünü, hane hane dolaşarak, demokratik çözüm perspektiflerini anlattığını belirtiyor. 

Hatimoğulları; DEM’ in barış sürecini salt bir güvenlik meselesi olmaktan çıkardığını, toplumsal ve kültürel bir dönüşüm projesi olarak ele aldığını gösteriyor. Çok kültürlü toplulukların haklarına odaklanan; etnik, dini ve kültürel çeşitliliğin tanınmasını ve kurumsallaşmasını savunuyor. Daha ileri giderek, farklı inanç ve etnik kökenli toplulukların, kendi hukuk sistemlerinin geçerliliğini ve yaşam biçimlerini koruyacak üst yapı kurumlarının oluşturulmasını arzuluyor.

ABD B: Elçisi ile DEM Parti Eş Genel Başkanının görüşlerini demokratik bir ortamda dile getirmeleri çok doğal. Ancak Sn. Cumhurbaşkanının Kızılcahamam konuşmasında; yeni dönemde Türkiye’deki etnik yapıyı “Türk, Kürt ve Arap”lardan oluşan üçlü ile tanımlaması, yeni bir yaklaşım. Son uzlaşmanın ABD tarafından da desteklendiğini gösteriyor.

Aslında BOP ile simgelenen Bölgedeki yeni siyasal yapılanma modelinin ilk adımları, AKP iktidarının öncesine uzanıyor. 2003 yılında imzalanan “Ottowa Anlaşmasının” yürürlüğe girişi ile sınırlar kaldırılmaya başlandı. Suriye’de Baas Rejiminin yıkılışıyla sonlanan süreçte, ülkemize gelen milyonlarca “geçici sığınmacı” -son açıklamalara bakılırsa-, BOP’un Türkiye tasarımının ciddiye alınması gereken bir demografik yapı değişikliğini de içerdiği izlenimi uyandırıyor.

Son dönemde yerel yönetimlerdeki üstünlüğü sandık yerine farklı yöntemlerle elinden alınmak istenen, CHP’nin “terörsüz Türkiye” söyleminin üstüne yeterince gidemeyişi, DEM’in anayasa değişikliği sırasında alacağı tavrı etkileyecek mi, hep birlikte göreceğiz.

CHP’nin ilgi çeken, milyonları her akşam televizyon ekranlarının önünde toplayan, yeni muhalefet anlayışının başarıya ulaşması, bu gelişme karşısında alacağı tavra da bağlı. Cumhuriyetin temel niteliklerini ortadan kaldırabilecek anayasa tartışmalarını, demografik yapı değişimini aklayan yaklaşımlar, tutuklu belediye başkanları ve CB adaylığının önüne geçecek kadar seçmene anlatılmak zorunda. Kaldı ki, CHP üzerindeki son baskıların bu gelişmelerden bağımsız olduğu da düşünülemez.

Türk-Kürt-Arap Üçlemesinin yeniden gündeme gelişi; Mondros Mütarekesinin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde aynı bölgede silah bırakma gösterisinde yaşananları anımsattı.(1) 

Geçmişi bir yana bırakmadan, önümüzdeki geleceğe odaklanmak en doğru yaklaşım olacaktır. Çözümü demografik bir takım tasarımlar yerine, eşitlikçi ve gerçek bir demokratik rejim dışında aramak, bölge dengelerine baktığımızda, acı ve düş kırıklığından başka sonuç vermeyecektir. 

(1) Ali İhsan Paşa’nın -Sabis- emrinde yeterli askeri güç bulunmasına karşın, İngiliz kuvvetleri komutanı General Marshall’ ın; Musul ve Zaho ’da Hristiyanların öldürüldükleri gerekçesiyle bölgeyi terk etmesini istemesi üzerine, bir tabur gücündeki İngilizlere cepheyi teslim etmişti.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER