Sahi devlet Kürtlere neden güvenmiyor?
SİYASETDün ifade ettiğim süreci başarıya götürecek samimiyet ve demokratikleşmenin üstüne; etnik kimliği Kürt olan vatandaşlarına güvenmeyi eklemek gerekiyor. Kendi vatandaşına güvenmeyen bir ülke ancak onları etkileyeceğini düşündüğü siyaset dışı aktörleri devre sokma gereği duyar çünkü. Belki de çözümü gerçek anlamda başarıya götürecek olan, sadece içerdeki Kürtlerle değil, Suriye'deki Kürtlere de güvenip dost elini uzatmak olacaktır
Dönüp dolaşıp her seferinde aynı olmasa da benzer şeyleri yazma olasılığının mahcubiyeti ile Kürt sorununu, Kürt sorununun demokratik çözümünü, “terörsüz Türkiye” sürecini yazıyoruz.
1 Ekim 2024’de başlayan süreci, bu süreçte adım adım yaşananları, PKK’nın kendi fesh etmesini, sembolik silah bırakmasını, komisyonun kurulmasını, komisyon toplantılarını, o toplantılarda kimlerin ne dediğini, komisyonun İmralı’ya gitme kararı almasını, gidişini ve giderken yaşananları ve son olarak da tutanak krizini konuşuyoruz.
Tutanak krizi ilginç. Nitekim dün İsmail Saymaz, Öcalan ile yapılan görüşme metnin sayfası ile ilgili ilginç bilgiler paylaştı ve görüşmenin sayfa sayısının daha fazla olduğunu yazdı.
Geçmişte söyleşiler yapmış, onları deşifre etmiş gazeteci olarak şunu söyleyebilirim; 2 saat 50 dakika süren bir görüşmenin deşifresi New Times Roman karakter, 12 punto ve tek satır aralığı ile yaklaşık 70-75 sayfa olması muhtemeldir. Bu metin, konuya hakim bir editör tarafından tekrarlar, “fazlalıklar” çıkarıldığında ise yine en az 60 sayfa ve üstü olması beklenir.
Belki fark ettiniz fazlalık kelimesini tırnak içine aldım. Bunun nedeni o görüşme notlarında fazlalık olan “şeyler”e kimin, nasıl karar verdiğiyle ilgilidir.
Eğer görüşme notlarına komisyon adına İmralı’ya giden milletvekilleri ile orada devlet adına bulunanlar son haline vermediyse, bunu tek başına yapan devlet görevlileridir. Ki öyle olmuş görünüyor. O yüzden normal şartlarda 60 sayfa ve üstü olması gereken metin, 17 sayfaya inmiş.
Bu durum, sürecin de, sürecin nasıl ilerleyeceğinin de iktidar bilgilendirilerek devlet tarafından yürütüldüğünü bize söylemektedir.
ÖCALAN İLE EN ÇOK NE KONUŞULDU?
Gerek kamuoyuna açıklanan –özet- görüşme metnin 4 sayfalık özetinde, gerek görüşmenin konuşulduğu komisyon toplantısına, gerekse DEM Parti adına İmralı’ya giden Gülistan Koçyiğit’in Cansu Çamlıbel’e verdiği söyleşiden anlıyoruz ki, Öcalan ile en çok konuşulan konu -ki bir adım daha giderek bunun talep olduğunu da ifade edebiliriz-; 27 Şubat 2025’de yaptığı çağrının Suriye’deki SDG’yi kapsayıp kapsamadığı değil, kapsaması gerektiği empoze edilmişe benziyor.
Ancak hedeflenen bu sonuç ilk görüşmede alınabilmiş değil. İlk görüşme yazdım özellikle çünkü ben açık ya da gizli bu amaca matuf başka görüşmelerin olabileceğini düşünüyorum.
Ancak ilk görüşmede alınamayan sonucun diğer görüşmelerde alınmasının da kolay olduğunu
Bunun iki nedeni var.
İlk neden Öcalan, açık biçimde SDG’ye çağrı yapma riskini alamıyor. Bunun nedeni de, çağrısının karşılıksız kalma olasılığı. Böyle bir durum, Öcalan’ın liderliğinin tartışılması anlamına gelir. Birince neden bu.
Buna bağlı ikinci neden ise özel olarak Suriye, genel olarak da bölgede var olan belirsizlik. Sonuç olarak Suriye’nin geleceği konusunda uluslararası güçler henüz son kararı verebilmiş değil.
Ama şu var ki, İktidar Şara ile kurduğu ideolojik bağ üzerinden ülkede etkili olup Suriye’de güçlü bir üniter devlet ile SDG ve diğer kültürel, siyasi kimlikleri etkisiz kılmak isterken; ABD, bölgede hem merkezi Şara yönetimi hem de özerk bir güç olarak SDG ile -İŞİD riskine karşı- yol yürümek istiyor. İsrail’in de benzer bir pozisyonun olduğunu söylemek mümkün. Arabistan ise Erdoğan iktidarının Şara ile ideolojik ortaklığını ekonomik gücü ile dengelemek ve daha etkili olmak istiyor. Buna Fransa, Almanya ve sessiz görünse de Rusya’yı da ekleyebiliriz.
Özetle bölgedeki tüm ülkeler güçleri etkisinde Suriye’de etkili olmak istiyorlar. Erdoğan, Şara; devlet ise Öcalan üzerinden bunu sağlamaya çalışıyor.
ERDOĞAN/DEVLET BLOKUNUN ENDİŞESİ HATA YAPMASINA YOL AÇIYOR?
Kabul edelim, Türkiye’de devlet, Kürt sorunundan kaynaklı olsa gerek sadece içerde değil, sınır ötesindeki Kürt varlığına karşı da endişeli oldu.
Hatırlayalım, Özal döneminde devlet, “Irak’ta olası bir federasyonu kırmızı çizgi ilan etmişti”. Sonuç, Iraka’a yapılan askeri operasyon sonrasında ülke fiili olarak federasyona geçti ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi hayata geçti.
Kırmızı çizgi zaman içinde ortadan kayboldu ve endişe kayağı olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Türkiye ile hem ekonomik hem de siyasi olarak partner oldu. Hatta PKK’ya karşı yapılan operasyonlarda kolaylaştırıcı dahi oldu.
Benzer bir politikayı Suriye’de başlayan iç savaşta gördük. Dönemin Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, 2012 başında; "Hükümet olarak Suriye'de olaylara seyirci kalmayacaklarını" , 2013 Temmuz'unda ise "Suriye'nin kuzeyindeki gelişmelerle ilgili olarak, Türkiye'nin aleyhine sonuç verecek hiçbir de facto eyleme, hiçbir oldu bittiye göz yummayız" açıklaması yaptı.
Haziran’ında kameralar karşına geçti ve “Rojova’da bir oldu bittiye izin vermeyiz” mealinde açıklama yaptı.
Aradan geçen zaman içinde Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt otonom yapısı kendini var etti. Bunu ister ABD desteğine ister başka bir gücün desteğine bağlayın, sonuç değişmiyor.
Burada sormamız gereken soru şu; neden?
Neden kendini Kürt etnik kimliği ile kamusala alanda ifade etmek isteyen kendi Kürt vatandaşına duyduğun güvensizliği, ülke dışında yaşayan Kürtler için duyuyor Türkiye?
Neden Kürtleri kendisi için tehdit görüyor?
Kendine güvenmediği için mi, özgüvensizliğinden mi?
Belki Türkiye’nin en temelde değiştirmesi gereken bakış açısı ve zihniyetin değişmesi.
Belki dün ifade ettiğim süreci başarıya götürecek samimiyet ve demokratikleşmenin üstüne; etnik kimliği Kürt olan vatandaşlarına güvenmeyi eklemek gerekiyor. Kendi vatandaşına güvenmeyen bir ülke ancak onları etkileyeceğini düşündüğü siyaset dışı aktörleri devre sokma gereği duyar çünkü.
Belki de çözümü gerçek anlamda başarıya götürecek olan, sadece içerdeki Kürtlerle değil, Suriye'deki Kürtlere de güvenip dost elini uzatmak olacaktır
İlginizi Çekebilir