© Yeni Arayış

PKK kendini feshetti: Peki şimdi ne olacak?

12 Mayıs itibariyle PKK kendini feshetti. Öcalan’ın 27 Şubat çağrısına uyan örgüt silahlı mücadeleyi bıraktığı ve örgütsel varlığını da dağıttığını ilan etti.

Türkiye için asıl önemli kısım, beklentilerin odak noktası veya meselenin ağırlık yeri burası. Çünkü PKK’nın silahlı terör varlığının büyük bir bölümü Suriye’de. Bu nedenle PYD yerinde kalırken PKK’nın kendini feshetmesi beklenen yararı vermeyecek, Türkiye üzerindeki güvenlik risklerini azaltmayacaktır.

12 Mayıs itibariyle PKK kendini feshetti. Öcalan’ın 27 Şubat çağrısına uyan örgüt silahlı mücadeleyi bıraktığı ve örgütsel varlığını da dağıttığını ilan etti. Tabii silahlı mücadele yürütülmese de başka bir adla yola devam edilip edilmeyeceği belli değil. Dahası PKK’ya bağlı veya onla ilişkili diğer örgütler, mesela Suriye’deki SDG-YPG için hiçbir açıklayıcı ifade yok. PKK adıyla yürütülen çalışmaların sona ermesi kararı başka adlarla yapılan örgütsel ve terör faaliyetlerin süreceği anlamına gelebilir. İhtimal ki öyle de olacak. Bu ikili sonucu ve gelinen noktayı Türk siyaseti açısından analize ettiğimizde ise karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:   

Öncelikle fesih metnindeki vurgular, yani açıklamanın sembolik anlamı üzerine bir şeyler söylemek gerekiyor. Yasa dışı Kürt hareketi yürüttükleri mücadele, kullandıkları terör ve şiddet enstrümanları için pişman değil. Haklılıklarını vurgulayan, buna yaparken de Atatürk Cumhuriyetine saldıran bir dil kullanılmış. Açıkça Lozan Anlaşmasının hedef alınması manidar ve tüm cumhuriyetçi-milliyetçi kesimler bakımından ise son derece kışkırtıcı. Meclis vurgusu değinilmesi gereken ikinci mesele. PKK kongresi Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi noktasında TBMM’ye büyük iş düştüğü kanaatinde. Aynı anda hem iktidara hem de ana muhalefete seslenilmesi geniş bir mutabakat arayışı olarak yorumlanabilir. 

TBMM deyince akla yasalar ve anayasa geliyor. Tam bu noktada Cumhurbaşkanı başdanışmanı Mehmet Uçum’un yaptığı son çıkışı dikkatlice okumak gerekir. Uçum PKK’nın fesih açıklamasından hemen sonra ülkenin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu savını bir kez daha dile getirdi. İhtimal ki gelecek hafta ve aylarda anayasa hususu daha yoğun bir şekilde tartışılacak. Tabii PKK’nın bu iki vurgusu arasında derin bir çelişki var: Aynı anda hem Atatürk Cumhuriyetini ve kurucu değerler ile metinleri hedef tahtasına koyup hem de meclisten geniş bir mutabakat beklemek çok da gerçekçi değil. Son olarak sosyalizm bahsine değinilebilir. PKK’nın kendini feshederken dahi Deniz Gezmiş’ten alıntı yapması, Türk sosyalist hareketiyle olan ideolojik bağın bu örgüt üzerindeki hegemonik etkisini bir kez daha göstermekte. 

Herkesin kolaylıkla fark ettiği üzere buradaki temel sorun Suriye PKK’sına ne olacağı hususudur. SDG ile HTŞ arasında 10 Mart’ta yapılan Şam mutabakatı bölge jeopolitiğini ciddi ölçüde değiştiren bir içeriğe sahipti. ABD’nın zorlayıcı ve kolaylaştırıcı gücünün etkisiyle imzalanan metin Suriye’nin en büyük iki silahlı gücünün merkezi bir anayasal devlet ile ulusal bir ordu kurulması gibi kritik konularda anlaşması anlamına geliyordu. PYD’nin Şam ordusuyla birleşerek zaman içinde tasfiye olma olasılığı fesih tartışmalarını olumlu yönde etkiledi. Ancak Suriye’deki konjonktür silah bırakmayı güçleştirecek şekilde radikal biçimde değişti. 26 Nisan’da Kamışlı’da yapılan kongre bambaşka bir reel politiğe işaret ediyordu. Başta PYD ve ENKS (Barzani yanlısı Suriye Kürtleri Ulusal Kongresi) olmak üzere neredeyse tüm Kürt grupları (Türkiye’den DEM de temsilci gönderdi o kongreye) Kürtler için yasal bir statü, Kürtçenin resmi dil olması ve adem-i merkeziyetçi bir idari yapı talep etti. 

Ortaya çıkan mutabakatın daha önce yapılan HTŞ-SDG anlaşmasından farklı bir içeriğe sahip olduğu açıkça ortada. Ankara ve Şam’ın aynı anda olumsuzladığı Kürt taleplerinin ABD, Fransa ve İsrail tarafından kınanmaması ise ilgi çekici. İhtimal ki bu devletlerin ön onayı daha önce alındı. Dahası Batılı büyük güçlerin etnik ve dini yapıların kendi kendilerini yönettiği daha gevşek bir ulus devlet düzeninden yana oldukları gerçeği sır değil. Bizi ilgilendiren husus ise havanın tersine dönmüş olması. Kürtler, Aleviler, Dürziler, Hıristiyanlar ve laik Sünniler HTŞ kontrolündeki Şam yönetimine güvenmiyor. Birkaç ay önce Alevilerle, bu aralar ise Dürzilerle merkezi idare arasında gerilim ve çatışma yaşandı. Kürtler Alevi ve Dürzilere göre daha silahlı, organize ve büyük bir grup. Ama pekala aynı çatışma iklimi Şam ile Suriye’deki PYD varlığı arasında da söz konusu olabilir. Bu koşullar altında PYD-YPG’nin tasfiyesi çok zor. Ama Türkiye için asıl önemli kısım, beklentilerin odak noktası veya meselenin ağırlık yeri burası. Çünkü PKK’nın silahlı terör varlığının büyük bir bölümü Suriye’de. Bu nedenle PYD yerinde kalırken PKK’nın kendini feshetmesi beklenen yararı vermeyecek, Türkiye üzerindeki güvenlik risklerini azaltmayacaktır.

Sonuç olarak şu yargıyı ön plana çıkarabiliriz. PKK’nın tarihe karışması, demokratik siyaset önündeki terör vesayeti veya engelinin kalkması, bu ülkenin vatandaşlarının aralarındaki meseleleri şiddet tehdit ve tehlikesi olmadan konuşabilmesi çok önemli. Bu vurgu bağlamında gerçekten de tarihi günler yaşıyoruz. Ayrıca siyasette olumlu bir şey olduğunda, bu durum en çok iktidarda olan kesimin hanesine yazılır. Henüz uzun erimli iç siyasi sonuçları konuşmak için erken. Ama Bahçeli ve Erdoğan’ın tarihe PKK’ya silah bıraktıran liderler olarak geçeceği ve bu durumun da muhalefet lehine bozulmuş siyasi dengeyi radikal bir şekilde değiştireceğini ön görmek için kahin olmaya gerek yok. 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER