Öcalan ve CHP
SİYASETCHP ayrı bir parti. Ne iktidar bloğunun ne de yasal Kürt hareketinin uzantısı. Ayrıca partinin tabanı bu adıma şiddetle karşı. Kemal beyin bu açıklamaları, arkasındaki haklılaştırma biçimleri ne olursa olsun onun tabandaki yalnızlığını daha da arttırıyor.
AKP’lilerde büyük bir şaşkınlık ve moral bozukluğu, DEM çevresi ile liberal aydınlarda saklamakta zorluk çektikleri ölçüde kızgınlık, öfke ve terk edilmişlik hissi. CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı sonrasında ortalık toz duman oldu. Bu son dakika şoku algıyı ve belki de olguyu tümüyle değiştirdi. CHP’nin İmralı’ya gitmemesi heyetin geriye kalanının gitmesinden daha önemli bir olay çünkü. Bu arada heyet apar topar bir şekilde İmralı’ya gitti. CHP, komisyonun hala parçası, çözüm sürecini destekliyor. Ama ciddi bir ihtar geldi. Bir sonraki krizde komisyon ve (veya) komisyon aracılığıyla süreç darmadağın olabilir. Peki neden böyle oldu?
Yanıt çok açık değil mi? İnsan ilişkilerinde de, siyasi ilişkilerde temel kural zorlamamadır. Çok zorlarsan kırılır. İmralı nedeniyle komisyonun başına gelen de bu. DEM-MHP hattı sürecin hızlanması gerektiğine yönelik gerekçeyle İmralı görüşmesini dayattı. CHP sözcülerinin tabiriyle bu bir emrivaki siyasetiydi. CHP’nin İmralı dayatmasına karşı çıkması partinin çözüm sürecine verdiği desteği tümüyle sona erdirdiği anlamına gelmez şüphesiz ki. CHP tam olarak İyi Parti ve Zafer Partisiyle aynı safta yürümüyor. Ancak geçen hafta alınan karar ciddi bir uyarıydı. Bu saatten sonra AKP, MHP ve DEM gibi sürece siyasi yatırım yapan partilerin kendilerine şu soruyu sorması gerek: CHP olmadan veya CHP’yi ikna etmeden süreç devam edebilir mi?
Bu arada CHP’nin aldığı kararın AKP’nin tavrıyla birlikte konuşulması gerek. Öcalan’a gitme talebi önce DEM, ardından da MHP tarafından dile getirildi. AKP oluşan bu zemini ve yükselen beklentiyi önemli ölçüde görmezden geldi. Ancak Bahçeli’nin kürsüye çıkıp rest çekmesi AKP liderliğini zor durumda bıraktı. Erdoğan’ın geçen haftaki konuşması partinin yaşadığı zorluğun söyleme dökülmüş ifadesiydi. AKP lideri önce Bahçeli’yi, ardından da süreci övdü. Daha sonra ise İmralı’ya gitme kararının Komisyon üyelerince verileceğini söyledi. Halbuki Komisyonun AKP’li üyelerinin Erdoğan’ın iradelerinden bağımsız bir iradesi yok. AKP adına alınan tüm kararlarda son söz Erdoğan’a ait. Ama grup toplantısında “Öcalan’a gidilecek” diyemedi başkan Erdoğan. Bu utangaç ve çekinceli tutum oylamanın yapılacağı oturumda da yaşandı. AKP sözcüleri Komisyon basına açıkken konuşmadı. Denilebilir ki, AKP çok zorlanmasına rağmen yine de evet dedi. Doğru, çünkü Erdoğan AKP’sinin bir iktidar ortağı, yani Bahçeli var. CHP’nin ise böyle bir angajmanı veya bagajı yok. CHP liderliği için parti tabanının sesini dinlemek AKP’ye göre daha az maliyetli.
Öcalan’la görüşmenin ne anlama geldiği üzerine de bir şeyler söylemek gerekli. PKK liderinin şu ana kadar söylemek isteyip söylemediği hiçbir şey yok. Öcalan Kürt sorunu, PKK’nın silahsızlandırılması meselesi ve terörsüz Türkiye süreci hakkında defalarca görüşlerini belirtti. Ayrıca bazen de sustu. Tüm ısrarlı davetlere rağmen SDG’nin Şam’la entegrasyonunu hızlandıracak bir adım atmadı. Öcalan’la görüşme isteği onun söyleyeceklerinden çok İmralı’yı meşru bir aktör olarak tanımakla ilgili. Öcalan tanınma, eşit iletişim ve meşruluk istiyor. Yasal ve yasa dışı Kürt hareketinin bu konuda bu denli ısrarcı olması eksik meşruluğun tamamlanmasıyla ilgili. 40 yıldır devlete karşı şiddet kullanan bir örgüt liderini meşru bir aktör olarak tanımak ve bu olası tanınmayı halka anlatmak ise çok zor. Üstelik içinden geçmekte olduğumuz konjonktür bu zorluğu daha da arttırıyor. Suriye PKK’sının silah bırakmadığı, Kuzey Irak’taki PKK varlığının göstermelik birkaç silahsızlanma eylemi dışında terör varlığını önemli ölçüde koruduğu ve Öcalan’ın ön şartsız iletişim dilini Kürtler için anayasal tanınma isteyen bir kerteye doğru çevirdiğini güncel bağlamda Öcalan’a gitmek veya herhangi bir süreci onu merkeze alarak yürütmek ateşten gömlekten farksız.
Tartışmayı kapatırken Kılıçdaroğlu’nun son açıklamalarını da yorumlamak yerinde olabilir. CHP’nin eski genel başkanı Özgür Özel liderliğini iki konuda açıkça eleştiriyor: Ona göre İmamoğlu başta olmak üzere yolsuzlukla suçlanan siyasetçilerin önce aklanması, sonra siyasete devam etmesi gerek. Ayrıca CHP’nin Öcalan’a gitmemesi yanlış. Devlet için gerekli adımlar atılmalı. İlk argümanın Kılıçdaroğlu tarafından uzun süreden beri savunulduğunu biliyoruz. Ama ikincisi yeni. Kendisinin Öcalan’ın muhatap kabul edilemeyeceğine yönelik geçmiş beyanatları ortada. Galiba burada mevcut yönetimi sıkıştıracak bir alan, karşı politika için bir muhalefet zemini gördü Kılıçdaroğlu.
Bu tezler bağlamdan bağımsız tartışılabilir elbette. Ancak CHP seçmenlerinin büyük bir kısmı bu şekilde düşünmüyor. İmamoğlu’nun suçlu olma ihtimali göz ardı edilemez. Yine de yargıda çifte standart uygulandığı ve CHP’nin mahkemeler eliyle tanzim edilmeye çalışıldığı düşüncesi genel kabul görmekte. Dahası AKP-MHP-DEM’nin CHP’yle içeriği ve ritmini önceden paylaşmadığı, her adımının dayatılarak ana muhalefetin önüne konulduğu bir siyaset zeminini CHP liderliğinin neden kabul etmesi gerektiğini açıklayamıyor Kılıçdaroğlu. Sonuçta denilebilir ki, CHP ayrı bir parti. Ne iktidar bloğunun ne de yasal Kürt hareketinin uzantısı. Ayrıca partinin tabanı bu adıma şiddetle karşı. Kemal beyin bu açıklamaları, arkasındaki haklılaştırma biçimleri ne olursa olsun onun tabandaki yalnızlığını daha da arttırıyor.
İlginizi Çekebilir