© Yeni Arayış

Kıraç’ın Gehry’ye yaptırdığı proje nasıl buharlaştı?

Bu proje bir kazaya kurban gitti. Kıraç’ın sanat hamisi imajının öncesinden gelen bir hayalet projeyi bir anda buharlaştırdı. Olay şöyle gerçekleşti: Cumhuriyet gazetesinin bir muhabiri seçimler öncesi onunla bir mülakat yapmıştı. Onun sayesinde ayakta durduğu için işgüzar gazete yönetim onun sarf ettiği bir cümleyi ön sayfa manşeti yaptı. Böylece Kıraç yeni imajına hiç uygun olmayan bir pozisyon almış gibi oldu. Dönemin başbakanını kızdırdı ve ilişkisi bir anda tersine döndü. Kendisini af ettirmek için altı sene uğraşması gerekti.

Medyada günün konusu Kıraça Holding sahibi İnan Kıraç’ın tedavi gördüğü Koç Üniversitesi Hastanesi’nden kaçırıldığı iddialarıydı. Kıraç hastaneden kaçırıldı mı, kaçtı mı?  Kıraç’ın daha sonra Vaniköy’deki yalısında olduğu ortaya çıktı. Hastanenin açıklamasında da zaten “kaçırıldığı iddiası asılsız olup, vasilerinin bilgisi olmadan ayrılmıştır” bilgisi yer alıyordu.

Benim fikrimi sorarsanız, vesayet ya da vasilik gibi düzenlemelerin bir insanın hürriyetlerinin elinden alınması anlamına gelmediğini düşünüyorum. Vasi(ler) tayin edilmişse, bunların görevleri kişiyi sürekli gözetim tutmak için değil. Varlıklarını yönetmek, çeşitli kurumlar nezdindeki alım, satım, devir gibi işlerde olmalı.

Bu olayı çarpıcı kılan ise vesayet altına alınmaya çalışılan kişinin bir zamanlar “patronların patronu ve ülkenin en kudretli kişisi” diye tanınmış olması. Kamuoyunda bu olayın bu kadar büyük bir yankı yaratmasının zannedersem asıl nedeni bu. İzlediğim kadarıyla haber programlarında birçok kişi bu nedenle Kıraç’ın siyaset üzerindeki etkilerine dönük imalı sözler sarf ediyorlar.

Ancak asıl kırılmanın bugün gerçekleşmediğini düşünüyorum.

Kıraç 2000’li yıllarda Türkiye’nin en kudretli kişisi olma özellikleri siyaset üzerindeki etkileriyle değil, özellikle hayırsever, sanatın hamisi kişiliği ile öne çıktı. Kıraç gibi bir çok iş insanı sanat alanına yatırım yapıyordu. Suna-İnan Kıraç Vakfı kuruldu ve başarılı bir şekilde yönetilen bir sanat kurumu oluşturuldu. Bunun yanında düzenlenen sempozyumlar, sergiler, yayınlar ile öne çıkan İstanbul Araştırmaları Merkezi de onun sayesinde gerçekleşti.

Bunların içinde belki de en ilginç olanlardan biri Tepebaşı’nda gerçekleştirmek istediği Suna Kıraç adını taşıyacak olan ünlü ABD’li mimar Frank Gehry’nin tasarladığı muazzam gösterişli kültür merkeziydi.

Bu yapıda sergi mekanları, tiyatro salonu, konferans salonları yanında büyük bir konser salonunun da yer alması hedefleniyordu. . Şehrin en cazip modern mimarlık eserlerinden biri olması planlanan bu yapının gerçekleştirilmesi onun hasta olan eşine olan vefa borcuydu. Hiç şüphesiz kudretinin arkasında Vehbi Koç’un damadı olması, bu sayede otomotiv grubunu yönetmesi vardı. Merkezin gerçekleştirilmesi için yirmi yıl öncesinin parasıyla toplamda beşyüz milyon Dolar bütçe ayırdığı söyleniyordu. Bunun yaklaşık yarısı binaya, yarısı da etkinliklerin yönetim bütçesini karşılamak üzere gelir elde edilecek şekilde kullanılacaktı.

Bu büyük mimarlık eseri dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a göre şehre fazladan milyonlarca turistin gelmesini sağlayacaktı. Gehry’nin Bilbao’da gerçekleştirdiği Guggenheim modern sanatlar müzesi örnek olarak gösteriliyordu. Bu bina şehrin sembolü halini almış ve gelen turistlerin ziyaret etmek istedikleri ilk yer olmuştu. Buna “Bilbao Effect” adı verilmişti. Zaten Gehry de eğer bu gerçekleşmez ise proje için para almayacağını söylüyordu. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan projeyi sahiplenmiş, basın toplantıları düzenlemişti. Her şey mükemmel planlanmıştı: Dünyanın en ünlü mimarına gösterişli bir proje hazırlatılmış. Bütçesi devlet kaynakları kullanılmadan karşılanmış. Sıra inşaatın başlamasına gelmişti.

O tarihlerde Erdoğan iş insanlarını, sanayicileri kendi yanına çekmek için sanat kurumlarını destekliyor, hatta müzelerin açılışlarına bizzat kendisi katılıyordu.

Aile içindeki kırılmanın geçmişi ise 2000’li yılların başına uzanıyor. Devletin derin istihbarat güçleri projeyi desteklemek için iktidarı ikna edecek bir rapor hazırlamışlardı. “Koç ailesindeki bu ayrışma sizin lehinize olacaktır, destekleyin” anlamında.

Peki sormazlar mı, şu bizim Gehry projesi ne oldu?

İşte o sırada hiç beklenmedik bir olay gerçekleşti. Bir anda Tepebaşı’na müteahhitlerden masalar, koltuklar toplandı. Mekan Büyükşehir’in Planlama Merkezi’ne dönüştürüldü. Anlaşmazlık görüntüsü vermek için dönemin TRT Genel Müdürü yandaki binayı vermiyormuş gibi yaptı. Oysa talimat olmasa, bunu yapması, projeye engel çıkarması mümkün değildi. 2010 Avrupa Kültür Başkenti programına yetiştirilmesi planlanan proje bir anda buharlaştı.

Bunun nedenleri konusunda bugün kimsenin ağzından laf almak mümkün değil. Tepebaşı üzerine yapılan İstanbul Araştırmaları Merkezi’nde hazırlanan sergide bile bu projeden hiç söz edilmedi. Oysa mimarlar, sanatçılar, kültür kurumları değil yalnızca,  Beyoğlu’nda yatırımları olan otel, restoran sahipleri, işletmecileri sormazlar mı, “sahi ne oldu şu bizim Gehry projesi” diye?

Ben size Gehry projesi hakkında kimsenin konuşamadığı şeyi söyleyeyim:

Bu proje bir kazaya kurban gitti. Kıraç’ın sanat hamisi imajının öncesinden gelen bir hayalet projeyi bir anda buharlaştırdı. Olay şöyle gerçekleşti: Cumhuriyet gazetesinin bir muhabiri seçimler öncesi onunla bir mülakat yapmıştı. Onun sayesinde ayakta durduğu için işgüzar gazete yönetim onun sarf ettiği bir cümleyi ön sayfa manşeti yaptı. Böylece Kıraç yeni imajına hiç uygun olmayan bir pozisyon almış gibi oldu. Dönemin başbakanını kızdırdı ve ilişkisi bir anda tersine döndü. Kendisini af ettirmek için altı sene uğraşması gerekti.

İşte bu kaza yüzünden bugün şehrin ilk modern kamusal alanı bugün hala otopark olarak kullanılıyor. Yoksa otoparkın yerinde Avrupa’nın en cazibeli kültür merkezlerinden biri olacaktı.

Sivil girişimin yerini nasıl Kıraç aldı?

Olayın bir de evveliyatı var, onu da hatırlamakta fayda var:

2000’li yılların başında, Tepebaşı Meydanı için bir gönüllü mimarlar ve kültür yöneticileri inisiyatifi oluştu, tıpkı AKM’de olduğu gibi. Bu tanınmış mimarlar gönüllü olarak bir proje hazırladılar. Bu kişilerin içinde İhsan Bilgin gibi 1988 yılındaki projeye karşı çıkanlar da vardı. Amaç şehrin ilk modern kamusal alanını şehre yeniden kazandırmaktı. Bu inisiyatife o zaman kültür kuruluşları da katılmıştı. Tanınmış mimarların ofislerinde çalışma toplantıları düzenleniyordu. Büyük katılımlı toplantılar ise Pera Palas’ta gerçekleşiyordu.

Bu toplantılara kimler katılıyordu? Kültür misyonlarının direktörleri, belli başlı vakıfların yöneticileri, şehrin tanınmış mimarları… TÜYAP adlı kuruluş terk ettikten sonra bir yangın yerini andıran iç mekânların ve otopark olarak kullanılan meydanın, inşaata girişilmeden kültür kuruluşlarının düzenleyecekleri ortak bir program çerçevesinde kullanılması düşünülüyordu.

Topbaş yeni iktidara gelmişti ve belki de bu tür mimari girişimlerin başarısında payı olacağını düşünerek destekliyor gibi gözüküyor, toplantılara katılıyordu. İşte tam bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Girişimin “şehrin gelişmesinde mimarlığın da bir rolü olabileceğini göstermesi” ile olay bambaşka bir veçhe kazandı.

Bir gün Gehry’yi temsilen tanınmış bir işadamının mimar olan kızı aradı. “İnan Kıraç ve Kadir Topbaş kendisinden randevu istemişler. O da sizin konuyla ilgilendiğinizi duymuş. Randevu verme konusunu size sormamı istedi” Ben de nasıl bir gelişmenin yaşanacağını bilmediğim için “ne sakıncası var, versin” diye cevap verdim.

Toplantılardan birinde Gehry’nin Bilbao projesini tanıtan bir kitabı kendisine hediye etmiştim. Önce birlikte Bilbao’ya gitmişler. Sonra da kendisinden randevu istemişler. Böylece bu kamusal alanı şehre kazandırmayı amaçlayan sivil girişimin yerini Kıraç almış oldu.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER