© Yeni Arayış

Kalkınmayı vergisiz düşünmek: Bir hayalin peşinde Türkiye

Bu noktada “vergi reformu” teknik bir revizyon değil; toplumsal ve ekonomik bir zorunluluk.

Güçlü bir kalkınma vizyonu için güçlü bir vergi sistemi gerekir. Ama bu sistem, sadece güçlü değil; adil, kapsayıcı ve geleceği gözeten bir yapı olmak zorundadır. Türkiye'nin kalkınma rotasında vergi reformu, artık ertelenemez bir ihtiyaç değil, varoluşsal bir zorunluluk haline gelmiştir.

Kalkınma ve vergi birbirine sıkı sıkıya bağlı iki olgu. Ülkemizde büyümeyi sıkça konuşuruz, kalkınma  pek gündeme gelmez. Vergi ise çok da sevimli olmayan bir kavram. Ancak her ikisi de birbirine sıkı sıkıya bağlı ve biz bunu pek konuşmuyoruz. İşte bu yazıyı birazda bir tartışmanın fitilini ateşlemek için yazıyorum.

Kalkınma, bir ülkenin ekonomik büyümesinden ibaret olmayan, çok boyutlu bir ilerleme süreci. Eğitim, sağlık, altyapı, sosyal adalet, çevre duyarlılığı ve demokratik katılım gibi alanlarda sağlanan gelişmeler de kalkınmanın temel bileşenleri. Bu nedenle kalkınma sadece daha fazla üretim değil, aynı zamanda daha nitelikli ve kapsayıcı yaşam koşulları demek.

Vergi ise, bireylerin ve işletmelerin, devletin sunduğu hizmetlerin karşılığında kamu otoritesine yasal zorunlulukla ödediği parasal katkı. Vergi sözcüğü birçok insan için genellikle korkutucu, baskılayıcı ya da negatif bir çağrışım yapar. Bunun temelinde psikolojik, ekonomik ve tarihsel pek çok neden yatmaktadır.  Bu ayrı bir yazı konusu olur. Başlıklar halinde bu nedenleri şöyle sıralamak mümkün olur: Zorunluluk ve Denetim Çağrışımı, Gelir Kaybı Duygusu, Adaletsizlik Algısı, Karmaşık ve Yük Getiren Süreçler, Devlete Duyulan Güvenin Eksikliği, Tarihsel Travmalar ve Kültürel Bellek, Vergi Bilincinin Eksikliği.

Ancak vergi sadece bir gelir aracı değil; aynı zamanda devletin ekonomik yapıya müdahalesinin en etkili araçlarından biri, hatta toplumsal sözleşmenin ekonomik boyutudur. Vergi sistemi adaletli değilse, devletin meşruiyeti sorgulanır; kalkınma eşitlikçi değilse, ekonomik büyüme toplumsal çöküşü beraberinde getirebilir.

Her kalkınma hamlesinin bir maliyeti var. Bu maliyet, altyapı yatırımlarından eğitim reformlarına, tarım desteğinden dijital dönüşüme kadar geniş bir yelpazeye yayılır. İşte bu noktada kalkınmanın finansmanı, yani devletin bu büyük projeleri hangi kaynakla hayata geçirdiği sorusu gündeme gelir.

Sağlıklı bir kalkınma finansmanı yapısı için temel gereklilik, vergi gelirlerinin yeterli, adil ve sürdürülebilir olmasıdır. Gelişmiş ekonomiler, kamu hizmetlerini büyük ölçüde vergi gelirleriyle karşılar. Buna karşılık Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde borçlanma, özelleştirme gelirleri veya kısa vadeli sermaye girişleri gibi kırılgan kaynaklara başvurulur. Bu da ekonomik istikrarı bozar, kalkınmanın sürdürülebilirliğini ortadan kaldırır.

Vergi gelirleri konusunda genel verilere bakalım. Türkiye’de dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı %65,2 düzeyindedir. OECD ortalaması ise %32,3’tür. Aradaki fark neredeyse iki kat. Almanya (%28,4), Fransa (%25,1), İsveç (%27,8) gibi sosyal refah devletleriyle kıyaslandığında Türkiye’nin tüketim üzerinden aldığı vergi yükü oldukça yüksektir.

Bir başka deyişle, devlet gelirinin büyük kısmı, bireylerin harcamalarından alınan vergilerden sağlanıyor. Yani bir işçi marketten ekmek aldığında, bir öğrenci telefonuna kontör yüklediğinde; aynı oranda vergi ödüyor. Bu sistemde gelir seviyesi arttıkça vergi oranı artmıyor, aksine düşük gelirli kesim daha fazla oranda yük taşıyor.

Üstelik, dolaylı vergilerin bu oransal artışı uzun vadede büyümenin kalitesini de bozuyor. Çünkü tüketim yerine üretimi, tasarrufu ve yatırımı teşvik etmek için doğrudan vergilerin yani gelir ve kurumlar vergisinin daha büyük pay alması gerekir.

Türkiye’de bu oran zamanla daha da bozulmuş durumda. 2005 yılında dolaylı vergi oranı %61,5 seviyesindeydi. 2024 yılı bu oran %65,9’a ulaşmış durumda. Yıllar içinde bu oranının yüzde 70’lere dayandığını gördük. Artık yüzde 65-70 aralığına dolaylı vergilerin oranının dayandığını söylemek mümkün.  Aynı dönemde doğrudan vergilerin payı ise düşmüştür. Bu eğilim, vergi sisteminin giderek daha az üretim dostu ve daha az adaletli hale geldiğini gösteriyor.

Bunun yanında, Türkiye’de vergi gelirlerinin GSYH’ye oranı da düşüşte. 2005’te bu oran %17,5 iken, 2024 itibarıyla %15,5’e kadar gerilemiş durumda. OECD ülkelerinde bu oran ortalama %34 civarında seyrediyor. Bu da Türkiye’nin kamu hizmetlerini yeterince vergiyle finanse edemediği anlamına geliyor. Aradaki fark sıklıkla borçlanmayla, fon transferleriyle ya da varlıkların satışıyla kapatılıyor

Bu tablo Türkiye için büyük riskler içeriyor:

* Mali sürdürülemezlik: Vergi gelirleri yetersiz olduğu için bütçe açıkları artıyor, kamu borcu yükseliyor.

* Yatırım ortamı bozuluyor: Vergi sistemi karmaşık, dengesiz ve öngörülemez oldukça, yatırımcı güveni azalıyor.

* Sosyal adalet zedeleniyor: Geliri az olanlar nispeten daha yüksek vergi öderken, büyük sermaye grupları birçok teşvik ve muafiyetle vergi yükünden kaçabiliyor.

Üstelik bu yapı kalkınmanın finansmanını doğrudan etkiliyor. Eğitim, sağlık, çevre, tarım gibi alanlara yapılan kamu harcamaları artırılmak isteniyorsa, bunun finansmanı adil ve geniş tabanlı bir vergi sistemine dayanmak zorunda. İşte bu noktada vergi sistemi, sadece gelir toplama aracı olmaktan çıkar, stratejik bir kalkınma enstrümanına dönüşür.

Bu noktada “vergi reformu” teknik bir revizyon değil; toplumsal ve ekonomik bir zorunluluk. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu reform sadece oranları değiştirmek değil; vergi sisteminin felsefesini dönüştürmektir. Vergi sistemi sadece yasalardan oluşmaz. Bunun içinde vergi idaresi, denetimi ve yargısı da yer alır

Bu ilişkinin vergi reformunun bir parçası olmasının temel nedenleri şunlardır:

1 - Sürdürülebilir Kamu Finansmanı:

* Kalkınma projeleri genellikle büyük ölçekli ve uzun vadelidir. Bu projelerin finansmanı için istikrarlı ve öngörülebilir vergi gelirleri hayati öneme sahiptir.

* Mevcut vergi sistemindeki adaletsizlikler, kayıt dışılık ve karmaşıklık gibi sorunlar, vergi gelirlerinin potansiyelinin altında kalmasına neden olur. Bu durum, kalkınma projelerinin finansmanını zayıflatır ve devleti daha çok borçlanmaya iter. Bir vergi reformu, vergi tabanını genişleterek ve vergi tahsilatını iyileştirerek kalkınma için gerekli mali alanı yaratır.

2 - Yatırım ve Üretimi Teşvik Eden Vergi Yapısı:

* Vergi reformu, sadece kamu gelirlerini artırmayı değil, aynı zamanda yatırımı, üretimi ve istihdamı teşvik etmeyi de hedeflemelidir. Örneğin, Ar-Ge harcamalarına yönelik vergi teşvikleri, belirli sektörlerdeki yatırımlara uygulanan indirimler veya ihracat odaklı işletmelere yönelik avantajlar, stratejik sektörlerin büyümesini hızlandırabilir.

* Yüksek dolaylı vergilerin tüketimi kısıtlaması veya kayıt dışılığı teşvik etmesi yerine, reformla birlikte vergi yükünün üretim ve yatırım lehine kaydırılması, kalkınma hedeflerine ulaşmada kilit rol oynar.

3 - Gelir Dağılımı Adaleti ve Sosyal Refah:

* Kalkınma, sadece ekonomik büyüme demek değildir; aynı zamanda gelir dağılımında adaleti sağlamak ve toplumsal refahı artırmak anlamına gelir. Adil olmayan bir vergi sistemi, gelir eşitsizliklerini derinleştirerek kalkınmanın toplumsal faydalarını sınırlayabilir.

* Vergi reformu, özellikle servet vergilerinin güçlendirilmesi ve dolaylı vergilerin payının azaltılmasıyla daha kapsayıcı bir kalkınma modeli oluşturmaya yardımcı olabilir. Bu da, toplumun tüm kesimlerinin kalkınma sürecine katılımını ve bu süreçten adil pay almasını sağlar. Yoksullukla mücadele ve sosyal güvenlik gibi alanlar da vergi gelirleriyle doğrudan finanse edildiği için, vergi reformu sosyal kalkınmayı da destekler.

4 - Kayıt Dışı Ekonomiyle Mücadele ve Rekabet Gücü:

* Kayıt dışı ekonominin yaygın olduğu bir ülkede, kayıtlı firmalar haksız rekabetle karşı karşıya kalır. Bu durum, verimli firmaların büyümesini engeller ve potansiyel yatırımları caydırır.

* Vergi reformu, kayıt dışılığı azaltmaya yönelik düzenlemeleri içerdiğinde (basit vergi sistemleri, etkin denetimler, teknoloji kullanımı), hem vergi tabanı genişler hem de kayıtlı ekonominin rekabet gücü artar. Bu da genel ekonomik kalkınmaya olumlu yansır.

5 - Kaynakların Verimli Kullanımı ve Hesap Verebilirlik:

* Vergi reformu sadece vergi toplama yöntemlerini değil, aynı zamanda toplanan vergilerin nasıl harcandığını da etkileyebilir. Şeffaf ve hesap verebilir bir kamu maliyesi yönetimi, vergi mükelleflerinin sisteme olan güvenini artırır. Bu güven, gönüllü vergi uyumunu teşvik eder ve kamu kaynaklarının kalkınma hedefleri doğrultusunda daha verimli kullanılmasını sağlar.

Bu noktada “vergi reformu” teknik bir revizyon değil; toplumsal ve ekonomik bir zorunluluk. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu reform sadece oranları değiştirmek değil; vergi sisteminin felsefesini dönüştürmektir. Vergi sistemi sadece yasalardan oluşmaz. Bunun içinde vergi idaresi, denetimi ve yargısı da yer alır.

Vergi, devletle yurttaş arasında kurulan sessiz ama güçlü bir anlaşma. Eğer bu anlaşma adil değilse, toplumda güven de sürdürülebilirlik de kalmaz. Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını sürdürmesi, sadece büyüme rakamlarına değil, gelirin nasıl toplandığı ve nasıl paylaşıldığına bağlıdır. Türkiye’de özellikle iş dünyasının artık bu konuyu tartışması şart. Aksi halde gelişmiş bir ülke hayal edemedikleri gibi, bürokrasinin kapılarında dolaşmaya devam ederler.  

Güçlü bir kalkınma vizyonu için güçlü bir vergi sistemi gerekir. Ama bu sistem, sadece güçlü değil; adil, kapsayıcı ve geleceği gözeten bir yapı olmak zorundadır. Türkiye'nin kalkınma rotasında vergi reformu, artık ertelenemez bir ihtiyaç değil, varoluşsal bir zorunluluk haline gelmiştir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER