İsrail-İran Savaşı’nın dinamikleri ve Türkiye
DIŞ POLİTİKAÇatışma Türkiye için ekonomik fırsatlar da sunmaktadır. Türkiye, enerji koridoru olarak konumunu güçlendirerek, İsrail’in Doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya taşıma projelerinde kilit bir rol oynayabilir.
İsrail-İran çatışması, Orta Doğu’nun jeopolitik dengelerini sarsmış ve Türkiye’yi güvenlik, ekonomi ve diplomasi alanlarında etkilemiştir. Türkiye, bu krizde hem tehlikelerle hem de fırsatlarla karşı karşıya kalmıştır. Stratejik bir dış politika izleyerek, Türkiye bölgesel istikrarı destekleyebilir ve ulusal çıkarlarını koruyabilir. Ancak, bu süreçte dikkatli bir denge politikası benimsenmesi kritik önem taşımaktadır.
Orta Doğu, tarih boyunca jeopolitik çekişmelerin ve çatışmaların merkezi olmuştur. Son günlerde tırmanan İsrail-İran gerilimi, bölgedeki mevcut kırılgan dengeleri daha da sarsmış ve potansiyel bir savaşın eşiğine gelinmiştir.
İsrail-İran ilişkileri, 1979 İran İslam Devrimi öncesinde dostane bir karakter taşımıştır. Şah Rıza Pehlevi döneminde İran, İsrail’i 1948’de kuruluşundan kısa süre sonra tanıyan ikinci Müslüman çoğunluklu ülkeydi ve iki ülke arasında ekonomik, askeri ve tarımsal iş birliği bulunmaktadır. Ancak, 1979’daki İslam Devrimi, İran’ın dış politikasını kökten değiştirmiştir. Ayetullah Humeyni liderliğindeki yeni rejim, İsrail’i “Siyonist rejim” olarak niteleyerek meşruiyetini reddetmiş ve Filistin davasını destekleyen pan-İslamcı bir dış politika benimsemiştir. Bu dönemde, İran’ın İsrail’e karşı söylemi sertleşmiş ve diplomatik ilişkiler tamamen kesilmiştir.
1990’lardan itibaren, İran’ın Hizbullah gibi vekil güçler aracılığıyla Lübnan ve Suriye’de nüfuzunu artırması, İsrail’in bu faaliyetleri varoluşsal bir tehdit olarak algılamasına yol açmıştır. İsrail, İran’ın nükleer programını ve bölgesel yayılmacılığını engellemek için istihbarat operasyonları, suikastlar ve hava saldırıları gibi yöntemlere başvurmuştur. Örneğin, 1981’de Irak’taki Osirak nükleer reaktörünün imha edilmesi, İsrail’in İran’a karşı benzer bir önleyici yaklaşım sergileyebileceğinin erken bir göstergesi olmuştur.
Güncel Gerginlik ve Tırmanış
Son yıllarda, özellikle 7 Ekim 2023’ten itibaren Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırılar ve İsrail’in Gazze’deki operasyonları, İran-İsrail gerginliğini yeni bir boyuta taşımıştır. İran, Hamas ve Hizbullah gibi vekil güçler aracılığıyla İsrail’e karşı düşük yoğunluklu bir çatışma sürdürmektedir. 2024’te, İsrail’in Şam’daki İran konsolosluğuna düzenlediği saldırıda üst düzey Devrim Muhafızları komutanlarının öldürülmesi, İran’ın Nisan 2024’te İsrail’e doğrudan füze ve drone saldırılarıyla misilleme yapmasına neden olmuştur. Bu, İran’ın tarihinde ilk kez İsrail’e doğrudan bir saldırı düzenlemesi olarak kayıtlara geçmiştir.
2025’te gerginlik daha da tırmanmıştır. İsrail’in 13 Haziran 2025’te İran’ın nükleer tesisleri, balistik füze üretim merkezleri ve askeri karargâhlarına yönelik kapsamlı hava saldırıları düzenlediği bildirilmiştir. İran devlet medyası, bu saldırılarda Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami ve iki nükleer bilimcinin öldüğünü açıklamıştır. Tahran, İsfahan ve diğer şehirlerdeki patlamalar, İran’ın hava savunma sistemlerinin İsrail saldırılarına karşı sınırlı başarı gösterdiğini ortaya koymuştur. İran, bu saldırılara misilleme olarak İsrail’e yaklaşık 100 insansız hava aracı ve balistik füze fırlatmış, ancak İsrail’in hava savunma sistemleri bu saldırıların çoğunu durdurmuştur.
İran’ın desteklediği Hizbullah, İsrail’in kuzey sınırında önemli bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdürmektedir. 2024’te Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından öldürülmesi, İran’ın vekil güçler stratejisine darbe vurmuştur. Ancak, Hizbullah’ın füze kapasitesi ve Lübnan’daki etkisi devam etmektedir. İran, Suriye’de Şii milisler aracılığıyla etkinlik sahası inşa etmiştir. İsrail, bu bölgelerdeki İran hedeflerine düzenli hava saldırıları düzenlemektedir. Suriye rejimi, çatışmada tarafsız kalmaya çalışsa da İran’ın buradaki varlığı bölgesel gerilimi artırmaktadır.
İran’ın Hamas’a sağladığı destek, İsrail’in Gazze’deki operasyonlarını İran’la ilişkilendirmesine neden olmaktadır. Hamas lideri İsmail Haniye’nin 2024’te Tahran’da öldürülmesi, İran’ı misillemeye zorlamıştır. Ayrıca ABD, İsrail’in en büyük müttefiki olarak İran’a karşı yaptırımları ve diplomatik baskıyı sürdürmektedir. Ancak, Biden ve Trump yönetimleri, İran’ın nükleer programıyla ilgili müzakerelerde farklı yaklaşımlar benimsemiştir. Trump, 2025’te İran’a daha sert yaptırımlar ve askeri misilleme tehdidiyle yaklaşmıştır.
Çatışma Türkiye için ekonomik fırsatlar da sunmaktadır. Türkiye, enerji koridoru olarak konumunu güçlendirerek, İsrail’in Doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya taşıma projelerinde kilit bir rol oynayabilir. Ancak, bu fırsatın gerçekleşmesi, Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesine ve bölgesel istikrara bağlıdır.
İsrail-İran Geriliminde Türkiye’nin Jeopolitiği ve Çatışmanın Olası Etkileri
Türkiye, Orta Doğu’nun hemen kuzeyinde, İsrail ve İran ile tarihsel, kültürel ve ekonomik bağlara sahip bir aktör olarak, bu çatışmadan doğrudan etkilenmektedir. Türkiye’nin dış politikası hem bölgesel istikrarı koruma hem de ulusal çıkarlarını maksimize etme hedefiyle şekillenmiştir. Ancak, İsrail-İran geriliminin tırmanması, Türkiye için bir dizi tehlike ve olasılık sunmaktadır.
İsrail-İran çatışmasının Türkiye’ye en somut yansıması, güvenlik alanında ortaya çıkmaktadır. İran’ın vekil güçleri aracılığıyla Suriye ve Irak’taki faaliyetleri, Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit etmektedir. Özellikle, İran destekli milislerin Suriye’deki varlığı, Türkiye’nin bölgedeki terör örgütleri ile mücadelesini karmaşıklaştırmaktadır. Ayrıca, çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşmesi durumunda, Türkiye’ye yönelik mülteci akımları artabilir. Daha önce İran-Irak Savaşı (1980-1988) sırasında Türkiye’ye yönelik göç hareketleri, bu riskin tarihsel bir örneğini sunmaktadır. İran’ın Hizbullah gibi örgütler aracılığıyla İsrail’e yönelik saldırıları, Türkiye’nin metropollerinde güvenlik açıklarını tetikleyebilir. Geçmişte, 1990’lı yıllarda İran destekli Hizbullah’ın Türkiye’deki eylemleri, bu tehdidin ciddiyetini ortaya koymuştur. İsrail’in ise İran’a karşı Türkiye hava sahasını kullanma olasılığı, Türkiye’yi istemeden çatışmanın bir tarafı haline getirebilir.
Türkiye’nin enerji güvenliği, İran ile olan ekonomik ilişkilerine bağlıdır. İran, Türkiye’nin doğal gaz tedarikçilerinden biri olup, iki ülke arasındaki ticaret hacmi son yıllarda büyümüştür. Ancak, İsrail-İran çatışmasının tırmanması, İran’a yönelik yaptırımların sıkılaşmasına ve enerji arzında kesintilere yol açabilir. Bu durum, Türkiye’nin enerji fiyatlarında artış ve ekonomik istikrarsızlıkla karşı karşıya kalmasına neden olabilir. Ayrıca, Orta Doğu’daki çatışmaların küresel piyasalarda petrol fiyatlarını yükseltmesi, Türkiye’nin cari açığını derinleştirebilir.
Bununla birlikte, çatışma Türkiye için ekonomik fırsatlar da sunmaktadır. Türkiye, enerji koridoru olarak konumunu güçlendirerek, İsrail’in Doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya taşıma projelerinde kilit bir rol oynayabilir. Ancak, bu fırsatın gerçekleşmesi, Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesine ve bölgesel istikrara bağlıdır.
Diplomatik Manevra Alanı ve Arabuluculuk Rolü
Türkiye, İsrail ve İran ile tarihsel bağları sayesinde, çatışmada arabuluculuk rolü üstlenebilir. Türk dış politikası, çok yönlü bir strateji izleyerek bölgesel krizlerde dengeleyici bir aktör olmayı hedeflemektedir. Örneğin, Türkiye, geçmişte İran’ın nükleer programı konusunda Batı ile İran arasında arabuluculuk yapmıştır.
Güncel çatışmada da Türkiye, her iki tarafa yönelik diplomatik kanalları açık tutarak gerilimi düşürmeye çalışmaktadır. Ancak, bu rolün başarısı, Türkiye’nin tarafsızlığına ve bölgesel aktörlerle ilişkilerine bağlıdır. Türkiye’nin Filistin meselesindeki tutumu, İsrail ile ilişkilerini germiş; İran’ın ise Suriye’deki politikaları, Türkiye ile rekabeti artırmıştır. Bu nedenle, Türkiye’nin arabuluculuk girişimleri hem iç hem de dış politikada dikkatli bir denge gerektirmektedir.
Sonuç olarak İsrail-İran çatışması, Orta Doğu’nun jeopolitik dengelerini sarsmış ve Türkiye’yi güvenlik, ekonomi ve diplomasi alanlarında etkilemiştir. Türkiye, bu krizde hem tehlikelerle hem de fırsatlarla karşı karşıya kalmıştır. Stratejik bir dış politika izleyerek, Türkiye bölgesel istikrarı destekleyebilir ve ulusal çıkarlarını koruyabilir. Ancak, bu süreçte dikkatli bir denge politikası benimsenmesi kritik önem taşımaktadır. Nihayetinde gelecekte, çatışmanın seyri ve uluslararası aktörlerin tutumu, Türkiye’nin bölgesel rolünü şekillendirmeye devam edecektir.
İlginizi Çekebilir