İkinci Soğuk Savaş mı, Rönesans mı? Korku mu, bilinç mi egemen olacak?
TEKNOLOJİTürkiye’nin geleceği; dış etkenlerden bağımsız değil ama onları aşarak, kendi potansiyelini fark eden ve kolektif hareket eden bir toplumun varlığına bağlıdır.
Teknolojik gelişmelerin gerçek anlamı, onları ne için kullandığımızla ilgilidir. Uluslar, yapay zekâyı yalnızca daha fazla güç, kontrol ya da üstünlük sağlamak için kullanırsa; ortaya çıkacak şey bir bilinç sıçraması değil, bir kriz olacaktır. Gerçek “JFK anı”, teknolojik üstünlük değil; tıpkı Rönesans’ta olduğu gibi, kolektif bilinçte yaşanacak bir uyanış anı olabilir.
İnsanlığın karşı karşıya olduğu yapay zekâ devrimi, artık insanın dudaklarından çıkan sözü ve kalemiyle yazdıklarını ona yakın bir zekâyla, hatta on dan milyarlarca kat fazla bilgiyle taklit edebilir hâle geldi. Önümüzdeki beş yıl içinde ise yapay zekâ sistemlerinin insan kas yapısını da taklit ederek bazı işlerde doğrudan insanın yerini alması bekleniyor. Herkes bu teknolojik yarıştan ekonomik ve askerî üstünlük elde etmenin peşinde.
Trump’ın yapay zekâ aksiyon planını değerlendiren Silikon vadisi kökenli David Sacks, geçtiğimiz günlerde bu planı çağımızın “JFK anı” olarak nitelendirdi. Burada kast edilen, ABD’nin birinci Soğuk Savaş’ta Başkan Kennedy döneminde uzay yarışında gösterdiği kararlılığı yapay zekâ alanına da taşıması gerektiğiydi. Ancak bu söylem, yeni bir teknolojik çağın açılışından çok, eski kutuplaşmaların yeni yüzlerle yeniden üretimi gibi görünüyor.
Bir başka bakış açısına göre ise biz üçüncü bir Rönesans sürecindeyiz. İlkini biz başlattık, ama o süreç bizi tüketti; ikincisini ise ıskaladık. Buna göre, aslında gerçek bir “yarış” yoktur. Yarış kavramı, ancak sınırlı bir bilinç düzeyinde anlam kazanır. Bu tür rekabetçi yaklaşımlar, bilincin doğasının ayrışma değil, birleşme olduğunu göz ardı eder. Ulusların teknolojik üstünlük peşinde birbirlerini tehdit olarak görmesi, aslında içsel korkuların dışa yansımasından başka bir şey değildir.
İnternetin Ticarileşmesi ve Bilgi Rejimi Değişimi
Bugünkü yapay zekâ tartışmalarını daha derinden anlayabilmek için 1993’e, internetin ticarileştiği döneme dönmemiz gerekir. Soğuk Savaş’ın bilgi saklama temelli rejimi sona ermiş, bilgi paylaşımı yeni norm haline gelmişti. Bu tarihsel bir kırılmaydı. Ancak o dönemden bugüne gelen dijital paradigma, çelişkileri de beraberinde taşıdı.
Batılı sosyal medya devleri — Google, Facebook, Twitter — Çin pazarına girmeyi reddetti. Çin’in koyduğu regülasyonlara uymayı “açık sistem” ilkelerine aykırı buldular. Oysa bu karar, uzun vadede kendi büyümelerini sınırladı. Çin, kendi ekosistemini inşa etti; WeChat, TikTok, Baidu gibi oyuncular küresel sahneye çıktı. Batı’nın “açık sistem” iddiası, pratikte kendini dışarıda bırakmakla sonuçlandı.
GPU Yasakları ve Yeni Kapalılık
Yıllar sonra benzer bir senaryonun farklı bir versiyonu karşımıza çıktı. Bu kez konu sosyal medya değil, yapay zekâ ve GPU çipleri oldu. ABD, Çin’in ilerlemesini engellemek amacıyla NVIDIA gibi şirketlerin Çin’e ileri düzey GPU satmasını yasakladı. Ancak bu ambargolar, kısa vadede stratejik kazanımlar sağlasa da uzun vadede ABD’nin kendi inovasyon gücünü zayıflatacağı anlaşıldı ve geri adım atıldı.
Bugün Trump yönetimi, Biden döneminden gelen bu kısıtlamaları gevşetmeyi Yapay Zekâ Aksiyon Planı olarak yayınladı. Çünkü rekabet ambargoyla değil, yaratıcılıkla kazanılır. Dün Çin pazarına girmeyen sosyal medya platformları nasıl küresel etki alanlarını daralttıysa, bugün çip savaşlarının da aynı kaderi tekrar edeceği görüldü: Kendini kapatan kaybeder.
Yapay Zekâ Bir Ayna, Bir Tehdit Değil
Yapay Zekâ bir anlamda düşünceyi, sezgiyi ve karar verme süreçlerini nesneleştirme çabamızın ürünü olarak da görebiliriz. Ne bir kurtarıcı ne de bir tehdit olarak da görebiliriz.
Teknolojik gelişmelerin gerçek anlamı, onları ne için kullandığımızla ilgilidir. Uluslar, yapay zekâyı yalnızca daha fazla güç, kontrol ya da üstünlük sağlamak için kullanırsa; ortaya çıkacak şey bir bilinç sıçraması değil, bir kriz olacaktır. Gerçek “JFK anı”, teknolojik üstünlük değil; tıpkı Rönesans’ta olduğu gibi, kolektif bilinçte yaşanacak bir uyanış anı olabilir.
Bugünün en büyük tehdidi, başka bir ülkenin teknoloji ve yapay zekâ alanında “kuralları belirlemesi” değil, insanlığın bu kuralları neden koyduğunu unutmasıdır. Bunu, Türkiye için çok kritik bir uyarı olarak görebiliriz. Çünkü sadece dışarıdan belirlenen kurallara uyup pasif kalmak, uzun vadede ülkemizin kendi özgün vizyonunu ve çıkarlarını inşa etmesini engelleyecektir.
Çipler, yapay zekâ modelleri ve teknoloji protokolleri elbette zamanla değişir ve yenilenir. Ancak bir ülkenin gerçek gücünü ve kaderini belirleyen, oradaki insanların durumu sezme yeteneği, yaratıcı düşünceleri ve farklılıklarını aşarak ortak bir amaç için birlik olma iradesidir.
Türkiye için bu, teknoloji politikalarında ve dijital dönüşümde kendi stratejisini geliştirip, sadece dışarıdan gelen kısıtlamalar veya standartlar karşısında savunmada kalmamak; aksine kendi ihtiyaç ve değerlerine uygun, yenilikçi çözümler üretmek anlamına gelir. Halkımızın sezgisi ve yaratıcılığı, bu süreçte en önemli güç kaynağı olmalıdır.
Özetle, Türkiye’nin geleceği; dış etkenlerden bağımsız değil ama onları aşarak, kendi potansiyelini fark eden ve kolektif hareket eden bir toplumun varlığına bağlıdır.
İlginizi Çekebilir