Homo Criminalis: Suçun Kurduğu Düzen
KİTAPKitapta anlatılan birçok örnekte suç örgütleri, yalnızca şiddet uygulayan yapılar değil; adeta bir devlet gibi işleyen, kendi hukukunu koyan, vergi toplayan, mülkiyet ilişkilerini düzenleyen ve hatta ihtiyaç sahiplerine “sosyal yardım” sunan aktörler olarak karşımıza çıkıyor.
Mark Galeotti’nin Homo Criminalis adlı kitabı, suçun yalnızca yasa dışı değil, tarih boyunca zaman zaman düzen kurucu bir güç olduğunu anlatıyor. Mafya yalnızca yeraltında mı yaşar, yoksa bazen en görünür kurum mu olur?
Organize suçlar dendiğinde çoğu kişinin zihninde ağır abi figürleri, takım elbiseler, sisli arka sokaklar ve sadakate dayalı hiyerarşik yapılar belirir. Ne var ki, Mark Galeotti’nin yeni kitabı Homo Criminalis: How Crime Organises the World bu imgelerin ötesine geçen, çok daha kışkırtıcı bir savla karşımıza çıkıyor: Suç, tarih boyunca yalnızca yok eden bir güç değil; zaman zaman düzeni tesis eden, toplumsal boşlukları dolduran bir yapı olarak da işlev görmüştür.
Bu çarpıcı savında Galeotti, organize suçun tarihsel örneklerini yalnızca polisiye merakı içinde sunmakla kalmıyor, aynı zamanda suçun devlet, ekonomi ve toplumla nasıl iç içe geçtiğini de gösteriyor. Galeotti’nin yaklaşımı, suçun gölge değil, zaman zaman sistemin ta kendisi olabileceğini tartışmaya açıyor.
Devlet Yoksa Mafya mı Vardır?
Kitap boyunca Galeotti’nin ısrarla altını çizdiği temel tezi şöyle özetleyebiliriz: Organize suç yapıları, rastlantısal ya da yalnızca fırsatçı oluşumlar değildir. Aksine, devletin geri çekildiği, hukuk sistemlerinin çöktüğü, güvenlik ve adalet mekanizmalarının işlemez hâle geldiği yerlerde doğar, serpilir ve zamanla bir tür “alternatif otorite”ye dönüşürler. Bu durum, yalnızca suçun değil, düzenin de yeniden tanımlandığı gri bir alandır.
Kitapta verilen en çarpıcı örneklerden biri, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından, 1990’ların başında Rusya’da yaşanlardır. Devlet kurumlarının teker teker çözülmesiyle birlikte ülkede hukuki belirsizlik yayılır ve adli sistem çalışmaz hâle gelir. Tam bu sırada mafya grupları sahneye çıkarlar: Borç tahsil eder, sözleşmeler yapar, gayrimenkul anlaşmalarını güvence altına alır, hatta iş dünyası için “koruma” hizmeti sunarlar. Kısacası devletin yapamadığını, organize, sistemli, istikrarlı bir biçimde suç örgütleri üstlenmiş olur.
Galeotti, bu durumu tanımlamak için “well-organised crime” (iyi örgütlenmiş suç) kavramını kullanıyor. Burada suç yalnızca yasa dışı eylemlerin toplamı olarak kalmaz; toplumsal işlev gören, istikrar vaat eden ve çoğu zaman meşruiyet algısı kazanan bir yapı haline gelir. Suç, bu bağlamda yalnızca karşı olduğu düzenin değil, yerine geçtiği düzenin de adıdır.
Suçun Evrensel Dili
Galeotti, suçun küresel ölçekte nasıl işlediğini farklı coğrafyalardan örneklerle anlatır. Aztekler’de kutsal sayılan kakao çekirdeğinin sahtesini üretmek, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir suçtur. Organize suçun yalnızca şiddetle değil, sembollerin ve kutsal değerlerin çarpıtılmasıyla da işlediği bu örnekle ortaya konur.
Zimbabwe’de hiperenflasyon ve devletin çöküşüyle birlikte suç yapıları, kara borsa üzerinden temel ihtiyaçları karşılayan alternatif bir düzene dönüşür. Suç burada yalnızca yasa dışı kazanç değil, devletsizliğe verilen bir cevaptır.
Kolombiya’da karteller, yalnızca silahla değil; “hizmet” ve “koruma” vaatleriyle halkı yönetir. Çin’de ise yasadışı tıbbi ürünlerden oluşan büyük bir piyasa vardır: göçmen emeği, sahte ilaçlar ve nadir hayvanlardan elde edilen maddeler, suç ağları aracılığıyla küresel dolaşıma sokulur.
Kitabın en sarsıcı örneği, nesli tükenmekte olan Sibirya kaplanlarının suç ekonomisindeki rolü. Kemikleri geleneksel Çin tıbbında kullanılan Sibirya kaplanları prestij göstergesi hâline gelirler. Doğanın sembolüyken suçun nesnesine dönüşürler. Böylece suç yalnızca insana değil, ekosisteme de yönelmiş olur.
Galeotti’ye göre suç yalnızca parayla değil; inanç, korku ve güçle de ilişkilidir. Karaborsa her yerde aynı dili kullanır: Nerede yasak ve boşluk varsa, orada alternatif bir düzen filizlenir.
Mafya mı Kurum mu?
Homo Criminalis, organize suçun yalnızca bir çağın ya da coğrafyanın sorunu olmadığını; aksine insanlık tarihine içkin, süreklilik arz eden bir yapı olduğunu gösteriyor. Galeotti’nin sorusu basit ama sarsıcı: Bir yapının suç olup olmadığına kim karar verir? Yasa dışı olan her şey, aynı zamanda meşruiyetini de yitirir mi?
Kitapta anlatılan birçok örnekte suç örgütleri, yalnızca şiddet uygulayan yapılar değil; adeta bir devlet gibi işleyen, kendi hukukunu koyan, vergi toplayan, mülkiyet ilişkilerini düzenleyen ve hatta ihtiyaç sahiplerine “sosyal yardım” sunan aktörler olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada suçun sınırları bulanıklaşıyor: Eğer yasa koyucu yoksa ve halk bir suç örgütünden “düzen” bekliyorsa, suç tam olarak nerede başlar?
Bu sorular, yalnızca geçmişin kayıtlarında kalan tarihsel vakalar değil; bugünün dünyasına tutulan keskin bir aynadır. Devletin geri çekildiği, hukukun işlemediği, kurumların çöktüğü her yerde, organize suç yalnızca oluşan boşluğu doldurmaz; zamanla düzenin ta kendisine dönüşür.
Suç, gerçekten yasa dışı olduğu için mi suçtur? Yoksa yasal olan her şeyin adil ve meşru olduğunu varsaymak konforlu bir yanılsama mıdır?
Bu sorular, hukukçulara ya da kriminologlara devredilemeyecek kadar hayati ve müşterektir. Siyasetçilerin, yurttaşların ve görmezden gelinmişle hesaplaşmaktan kaçınmayan herkesin sorumluluğundadır. Çünkü bazı yapılar, yasa dışı oldukları için değil; tanımlanmadıkları, adı konulmadığı, görünmez bırakıldıkları için varlıklarını sürdürür ve tam da orada sistemleşirler.
İlginizi Çekebilir