© Yeni Arayış

Frank Gehry’nin ardından: İstanbul'a çağ atlattıracak Gehry projesi nasıl buharlaştı? 

Şimdi diyorlar ki, “İstanbul bir Gehry binasını kıl payı kaçırdı.”  Evet, kaçırdı. Ama neler olduğunu acaba mimarlar yeterince sorguladı mı? Diyorlar ki, TRT Genel Müdürü ile anlaşma yapılamadı, bu nedenle proje gerçekleşemedi. Kamuoyuna ise TRT ile vakıf arasındaki "anlaşmazlık" olarak yansıtıldı, mesele. TRT Genel Müdürü yüzünden,"İstanbul’a çağ atlattıracak" proje askıda kalmış, bürokrasi engel olmuştu, her zaman olduğu gibi.

Modern mimarinin efsane isimlerinden, dünyaca ünlü mimar Frank Gehry 96 yaşında hayatını kaybetti. Kimilerine göre günümüzün aykırı mimarıydı, Gehry. Kimilerine göre de turizm pazarlamacıları, kurumsal imajını cilalamak isteyen sermaye kuruluşları için cazibe yaratıcı tasarımlar yapan bir “yıldız” mimar (“starchitect”).

Ona “postmodernist mimar” diyenler olsa da herhangi bir kalıba sokulması zannedersem zor. Postmodernistler gibi birtakım referanslar değil, özgün biçimler yarattığı söylenebilir. Onun bir heykeltraş ya da sanatçı olduğunu söyleyenler bile oldu. Buna karşılık referansları yok değildi. Maketlerle, buruşturulmuş kağıtlarla, metal levhalarla oluşturduğu tek defaya özgü biçimlerle, kendi geliştirdiği tekniklere referans sahip yaptığı söylenebilir. Bu artizanal denebilecek kurguların onun kendisine özgü ve ilgi çekici bir mimari tarz yaratmasının ilham kaynakları oldu. Uygulanan projelerin de sonrakiler için referanslara dönüştüklerini söylemek mümkün.

Örneğin Bilbao Guggenheim Müzesi'nin yarattığı etkinin İstanbul’da da otomatik olarak tekrarlanacağının sanılmasında olduğu gibi.  

Yaptığı belki de yalnızca modernliğin koşullarında mimarlığın dış gerçekliklerden, araçsal ilişkilerden bağımsız bir praksis (ya da bir metafor) olduğunu göstermekti.

Peki, Gehry de kendisinin bir kopyasına dönüşünce ne oldu?

Bu açıdan gerçekleşmeyen Tepebaşı projesi bu soruya cevap vermek için eşsiz örnek.

Hep söylenir: Mimarların kariyerleri yalnızca kendilerine ait değildir. İşverenleri ile etkileşimleri de mimarların ortaya koydukları fikirlerin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynarlar. Projenin tamamlanmasını kutlamak için işveren Gehry'nin evine uğramıştı ve gördükleri karşısında şaşkına dönmüştü: Gehry kendi evini, 1920'lerden kalma basit bir bungalovu oluklu saçlarla, çıkmalarla yeniden şekillendirerek mimari açıdan ilginç bir yapıya dönüştürmüştü. Neden böyle bir proje yapmadığı sorulduğunda Gehry, "Çünkü geçimimi sağlamak zorundayım" cevabını vermişti. Bunun üzerine işveren yaptığı ve kabul ettiği proje yerine onun istediği gibi bir proje yapmasını istemişti. Bu olay onun sıradan bir mimar olarak kalmak yerine bir yıldız mimar olarak tanınmasına bir başlangıç olmuştu. Anlatılan hikaye böyle.

Gehry’nin kariyerindeki en önemli kırılma noktasını -ilkinde olduğu gibi sonuncusunda da- işvereni yarattı.

Sahi ne oldu Gehry'nin şu İstanbul'a çağ atlattıracak projesi?

Gehry’nin Bilbao’daki Müzesi şehrin ayda yüz elli milyon dolar gelir elde etmesini sağlıyormuş. İlk bir kaç yılda kendi yapım maliyetini çıkarmak şöyle bir dursun, üç milyar dolara ulaşmış. Kısacası müze şehir için altın yumurtlayan bir tavuk halini almış.

Mimarlıkla ilgili kimi çevrelerin “ah keşke yapılsaydı” diyerek hayıflandığı projesi eğer gerçekleşmiş olsaydı belki tartışma yaratacaktı.

Ama gerçekleşmemiş olması (gerçekleşmiş olmasından çok daha fazla) modern mimarlık ve kamusal alan sorunsalı içinde sarsıntı yaratacak bir olay olmalı. “Gehry’nin buharlaşan İstanbul projesi” başına gelenler açısından hiç şüphem yok ki modern mimarlık tarihi açısından eşsiz bir örnek.

Peki nerede yaşandı bu tartışma? Hiçbir yerde.

Şimdi diyorlar ki, “İstanbul bir Gehry binasını kıl payı kaçırdı.”  Evet, kaçırdı. Ama neler olduğunu acaba mimarlar yeterince sorguladı mı?

Mimari çevreleri bırakın, turizmciler bile tartışmadı. Hani sormazlar mı, “şehre fazladan milyonlarca turist getirecek, üstelik kaynağı da hazır olan şu bizim Gehry projesi ne oldu” diye?

Diyorlar ki, TRT Genel Müdürü ile anlaşma yapılamadı, bu nedenle proje gerçekleşemedi. Kamuoyuna ise TRT ile vakıf arasındaki "anlaşmazlık" olarak yansıtıldı, mesele. TRT Genel Müdürü yüzünden,"İstanbul’a çağ atlattıracak" proje askıda kalmış, bürokrasi engel olmuştu, her zaman olduğu gibi.

Fısıltı gazetesinin manşetlerinde  "olayın arkasındaki asıl gerçek" olarak öyle şeyler yer alıyor ki, onları bir duysanız iyice şaşırırsınız.

Sonuçta şehrin ilk belediyeden kalma kamusal alanını o güne kadar kendi kafasına göre kullanan Büyükşehir Belediyesi’nin otoparkı ve kazulet TRT dekor depolama binası kalıcı oldu.

Bu durumda sormazlar mı "sahi ne oldu Gehry'nin şu İstanbul'a çağ atlattıracak projesi?" Nerede turizmciler, yatırımcılar, kültür endüstrisinin bilinçli temsilcileri?

Kimse, “Proje bürokrasi hazretlerine takıldı" gibi bahanelerin arkasına saklanmasın. İtirazım enayi yerine konmamıza. 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER