© Yeni Arayış

Dökülmüş yapraklardan bahara ulaşmak mümkündür

Kurtulmuş da, Şah İsmail’in Anadolu’ya zulmettiğine ilişkin tahrifatını, resmi tarihin bilgi kırıntısı üzerinden yapmış. Oysa bu isyanın kimin işine yaradığına bakmak; oradan bir sonuca ulaşmak daha doğru olmaz mı?

Tarihe bakın, Kerbela istisnası hariç o güne dek, bu iki inanç yorumu arasında kardeşliği dinamitleyen herhangi bir vakadan bahsedilemez. Kerbela da, iktidarı elinde tutmak isteyen Yezid’in gözünün dönmüşlüğünün sonucudur. Demek ki neymiş? Her türlü kötülüğün kaynağı iktidarı elde tutma hırsı imiş. Bu hırstır; bazı toplulukları, ötekileştiren, şeytanlaştıran…

Hasan Hüseyin’in, şarkı haline getirilmiş bir şiiri var; başlığı “öyle bir yerdeyim ki” şeklinde. Şu dizeler oradan:

“Bu ne beter çizgidir bu

Bu ne çıldırtan denge

Yaprak döker bir yanımız

Bir yanımız bahar bahçe”

Tam da Türkiye’yi resmediyor değil mi?

İktidarın, gelecek kaygısına düşmüş bir halde, PKK’nın kapısını çaldığını biliyoruz. Hiç kuşkusuz, küresel güçlerin gözü de, Kürt sorunu üzerine odaklanmış ve iktidar biraz da bu nedenle daha hızlı hareket ediyor olabilir ama öte yandan “tekeden süt çıkarmanın” yolu olarak, anayasanın ilgili maddesini değiştirip, ömür boyu iktidarda kalabilmenin yollarını da arıyorlar. 

PKK ile yapılan görüşmeler, “misak-i milli” boyutlu mu, daha küresel mi, zaman için de göreceğiz; ama yarım asırdır akan “kardeş kanı”nın durdurma gerekçesinin toplumu etkisi altına aldığı da hissediliyor. Kürtlerin de, Türklerin de, yorulduğu; artık çocuklarının bu nedenle ölmelerini istemediği açık ama hemen öte yandan gerçekleştirdikleri “kent uzlaşısı” nedeniyle yerel düzeyde kardeşlik iklimini güçlendirmek isteyenlerin cezaevlerine tıkılmış olması, başka bir soru işaretine yol açıyor. Buradan da şöyle bir izlenim çıkıyor; iktidar sorunu kökten çözmekten çok açıklanan ve imza atılan süreçleri, bir örtü gibi kullanmak istiyor.

Bana, başından beri, “yetmez ama evet” sürecini hatırlatıyor. Hatırlayanlar olacaktır; o sürece karşı çıkmış; iktidarın, kurguladığı oyunu deşifre etmek için “evet” dememek gerektiği konusunda feveran etmiştim. 

Benim gibilerin feveranı yetmemiş; iktidar, elini rahatlatan değişikliklerle karşısında durduğunu düşündüğü odakları darmadağın edecek yasal ortamı kendi lehine çevirebilmişti. 

Yeniden “Yetmez Ama Evet” mi?

Bu kez daha farklı bir süreci adımlama potansiyeli bulunuyor. Nihayetinde “kardeş kanı”nın durduacak olması, az şey mi? Bu nedenle karşı çıkmak yerine, iktidarın, buradan, kendisine bir gelecek devşirmesine izin verilmemesine odaklanılması; meclisin açık, şeffaf ve katılımcı bir modelle bu sorunu sahiplenmesi gerekiyor. 

Öte yandan üstlendikleri rol gereği PKK ile iktidar arasında aracı konumunda bulunan DEM’e de önemli görevler düşüyor. DEM’in, iktidarı, daha tutarlı olmaya zorlaması, özellikle kayyımlar ve kent uzlaşısı nedeniyle tutuklananların serbest bırakılmasını ön koşul olarak hatırlatmaları gerekiyor.

Peki iktidar boş mu duruyor?

Tam tersine öyle hamleler yapıyor ki, toplumun dikkatini farklı noktalara yoğunlaştırarak, süreçte küresel güçlerin müdahalesi olduğunu göstermemek için kendi planını uygulama uğraşı veriyor.

Siz bu yazıyı okurken, Türkiye’nin gözü, bir yanıyla CHP Kurultayının iptal edileceği mahkemeye odaklanmış; diğer yanıyla da toplumun her zaman kendisiyle arasına mesafe koyduğu yolsuzluk üzerinden İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olmasının engellenmesinin haksızlığını tartışıyor. 

Kılıcının iki tarafı da keskinken Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıkamamış isimlerin, CHP’de değişimci olmasını, “beter bir çizgi” olarak adlandırmak elbette mümkün ama aynı kişilerden daha “normal bir muhalefet” bekleyen iktidarın, CHP yönetiminin sokaklara taşmasını beklemediğini de not edelim. İmamoğlu’na yapılan operasyonun “dökülen yaprakların arasında bahar bahçe”yi uyandırdığına tanık oluyoruz.

Görünen o ki iktidarın normalleştirmek istediği CHP, uzun yıllar sonra, sessiz toplumsal muhalefetin sesi olarak, iktidarı sarsıyor. İktidarın, “beşli çete” üzerinden kendisine karşı daha sert tutum takınan Kılıçdaroğlu’nun muhalefetini özlediği daha söylenebilir.

Kurtulmuş da, Şah İsmail’in Anadolu’ya zulmettiğine ilişkin tahrifatını, resmi tarihin bilgi kırıntısı üzerinden yapmış. Oysa bu isyanın kimin işine yaradığına bakmak; oradan bir sonuca ulaşmak daha doğru olmaz mı?

Durup Dururken Çaldıran Niye Hatırlanır?

Her iktidar, iktidar olmanın avantajını, karşısındaki güçleri bölüp, parçalamak ve yönetmek amacıyla kullanmak ister. Tarih, bunun tanığıdır ama en çok da günümüz iktidarının uygulamalarından buna tanığız. 

Meclis Başkanı Kurtulmuş’un açıklamaları buna örnektir. Durup dururken, Yavuz ile Bitlisli İdris’in Alevi katliamı konusundaki ittifaklarını hatırlatmış olması, iktidarın açıklanmamış bir planı olduğuna işaret gibi görünüyor. 

Kurtulmuş, durup dururken, Şah İsmail’in “Anadolu’yu zulüm ile inlettiğini” söylemiş.Tümüyle çarpıtma üzerine kurulu bu ifadeyi kullanmak için Kurtulmuş’un bunca yıl neden beklediğini merak ettiğiniz oldu mu?

Öyle cümleler kuruyor ki Kurtulmuş, biz o cümleden, onun Anadolu Alevilerine yönelik katliamı onayladığı sonucunu çıkartıyoruz. Hiç kuşkusuz, bunu yaparken, bir kıymetli hocamın da dikkat çektiği üzere, “ortaöğretim tarih okumaları düzeyinde” yapıyor ama neden tam da bugün böyle bir şey yapıyor; asıl soru bu?

Birbirini tamamlayan birkaç soru daha sorup, sonrasında bugüne gelip, Kurtulmuş’un ve dolayısıyla iktidarın zihnini deşifre edebiliriz.

Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi Şah İsmail’in Yavuz’un babası Bayezid ile ilişkisi, önemli ölçüde rızalık üzerine kuruluyken, hangi kışkırtmalar sonucu, Safeviler ve Osmanlılar, Çaldıran’da karşı karşıya getirildi?

Kim, Arnavutluk Seferi dönüşünde, bir Kalenderinin Bayezid’e suikast düzenlemesini planladı?

Kim, Alevi ve Kızılbaşlara hoşgörü ile bakan Bayezid’i, bu toplulukların Erdebil’e gitmesini yasak ettirme kararını aldırdı? Gitmekte ısrar edenlerin mallarına el koydurdu; Ege adalarına sürdürdü?

Çaldıran öncesinde, Şahkulu isyanının kim kışkırttı?

Kurtulmuş da, Şah İsmail’in Anadolu’ya zulmettiğine ilişkin tahrifatını, resmi tarihin bilgi kırıntısı üzerinden yapmış. Oysa bu isyanın kimin işine yaradığına bakmak; oradan bir sonuca ulaşmak daha doğru olmaz mı?

Kimin işine yaramış bu isyan?

Yavuz neden hem babasını hem de kardeşlerini öldürttü?

Kim Anadolu Alevilerini defterlere yazıp, katline ferman çıkarttı?

Sorulardır bizi gerçeğe ulaştıran…

Kürtler ve Türkler kardeştir; bu kardeşlik, bin yılı aşkın süredir bu coğrafyada varlığını sürdürmektedir. Türkler, Orta Asya’dan kalkıp geldiklerinde Kürtler, kendilerine kapı açmış; onlarla birlikte Anadolu’da oluşan hükümranlık sürecine katkı vermişlerdi.

Rastlantı, Planlanabilir mi?

Ben, bütün rastlantıların planlandığına inanırım. 

Bir barış insanı olan Bayezid’in iktidarı, herkesten çok Anadolu Alevilerinin çıkarına olduğuna göre Şahkulu isyanı neden yapılmış olabilir? Bu isyanın, Yavuz namlı Selim’in işine yaramış olmasının, rastlantı olmadığını düşünürüm.

İsyanın sonucunda, Yavuz, babası ve kardeşlerini öldürtüp iktidar olduğu; iktidara yürürken, kardeşlerine “taht senin hakkındır” içerikli mektuplar yazdırarak, onları, kendi stratejisinin parçasına dönüştürmüş olması, rastlantı olamaz. Bütün bu soruların ayrıntılı yanıtını yakında çıkacak olan “Şah İsmail – Bir Derdim Var, Bin Dermana Değişmem” kitabımda bulabilirsiniz.

Değil mi ki nice kahraman tarihin tozlu sayfaları arasına sıkışırken, Yavuz bugüne nasıl gelebilmiş?

O güne dek padişahların görüş aldıkları ve dolayısıyla devleti yöneten “yasaların belirleyicisi” konumunda olan dini otoriteler, ne olmuş da, o günden itibaren padişahın emri altına girmişler?

Bunun nedeni, o güne dek, bilginlerden görüş soran iktidarın, o andan itibaren “dini siyasete alet etmiş”; “dini, devletin ideolojik aygıtı” haline dönüştürmüş olması olabilir mi?

Tarih, bugünü anlamak, olup bitenin kıssasından hisse çıkarmak için önemlidir.

Kıssamızın hissesi şudur:

Kürtler ve Türkler kardeştir; bu kardeşlik, bin yılı aşkın süredir bu coğrafyada varlığını sürdürmektedir. Türkler, Orta Asya’dan kalkıp geldiklerinde Kürtler, kendilerine kapı açmış; onlarla birlikte Anadolu’da oluşan hükümranlık sürecine katkı vermişlerdi. 

Bu iklim, ilk kez, Yavuz ile birlikte, inanç üzerinden bozulmuştu. İnançlarını gelenekleriyle harmanlayan Aleviler, ilk kez, Yavuz ile birlikte, selefiliği İslamiyetin yerine ikame eden Yavuz ve onun iktidarından nemalananların gadrine uğramış, katledilmişlerdi.

Tarihe bakın, Kerbela istisnası hariç o güne dek, bu iki inanç yorumu arasında kardeşliği dinamitleyen herhangi bir vakadan bahsedilemez.

Kerbela da, iktidarı elinde tutmak isteyen Yezid’in gözünün dönmüşlüğünün sonucudur. 

Demek ki neymiş?

Her türlü kötülüğün kaynağı iktidarı elde tutma hırsı imiş. Bu hırstır; bazı toplulukları, ötekileştiren, şeytanlaştıran…

Bu hırstan kurtulmanın yolu, her koşulda kardeşliği savunmaktır. Hatırlatmak gerekir ki her etnisitenin, her inancın kendisini olduğu gibi ifade etmesinin ve diğerinin hakkına, hukukuna saygı göstermesinin güvencesi laikliktir. Karanlık senaryoları boşa çıkartacak olan da, laiklikle birlikte açıklığı, hesap verebilirliği ve katılımcılığı ilke edinen evrensel demokrasinin kabulüdür.

O zaman yaprak döken yanımız da dâhil, bütün coğrafyamız, bahara çevrilmiş olur.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER