Demokratik sistemlerin modası geçiyor mu?
SİYASETMaalesef, demokratik sistemler bütün dünyada geriliyorlar. Görünüşe göre, popülizm sadece demokrasiye karşı galebe çalmıyor, demokrasinin iktidarları seçimle meşrulaştırmasından yola çıkarak demokratik sistemden uzaklaşmayı tabiileştiriyor.
Demokrasi kelimesi pek itina ile kullandığımız bir kelime değil. Demokrasi ne demek diye sorulacak olsa, çoğumuz halkın kendini yönetmesi türünden bir cevap verir, geçeriz. Tabii bu yaptığımız yanlış değil. Kelimenin aslı eski Yunanca olan demos ve kratus sözcüklerinden geliyor ve halkın kendini yönetmesi anlamını taşıyor. Ancak bugün falanca ülke demokrasi ile yönetiliyor diyecek olursak, kastımız iktidarın halkın seçimiyle göreve gelen kişiler tarafından yönetiliyor olması değil. Şüphesiz yöneticilerin kamu tarafından seçilmesi demokrasi paketinin bir parçası ama buna ek olarak demokrasi ile yönetilen bir ülkede siyasal gücün sınırlandığını, kullanımının kurallara tabi olduğunu ya da başka türlü ifade etmek istersek, devletin bir hukuk devleti olduğunu da düşünüyoruz. Bunun ötesinde devleti oluşturan üç erkin birbirini dengelediğini ve denetlediğini de kabul ediyoruz. Özetleyecek olursak, her ne kadar demokrasi yöneticileri halkın seçmesi anlamına geliyorsa da, demokratik bir yönetim sadece seçimleri kapsamıyor, kurallara göre yönetmeyi ve denge-denetleme sistemini de içeriyor.
Yine bize demokrasi dersi vermeye kalkıyorsun diye düşünmeyin, lütfen okumaya devam edin. Bizde Adnan Menderes bir demokrasi kahramanı olarak anılıyor. Özellikle, günümüzün iktidarına kendilerini yakın hissedenler, Menderes’in gerçek bir demokrat olduğunu ve halkın seçimi ile iktidara gelenlere ve onların halk yararına icraatına tahammül edemeyen çevrelerce katledildiğine inanıyorlar. Ben Menderes’in görevden alınış biçimine ve bilahare cezalandırılışına ilişkin bir değerlendirmeye girmeyeceğim, bu konudaki değerlendirmeler haklı olabilir, ama Menderes’in demokrat olduğunun doğru olmadığını iddia edeceğim.
Evet, hatırlayalım. Menderes seçimle göreve geldi. Buna ilişkin bir tereddüt yok. Fakat bilahare önce demokrasinin vazgeçilmez bir boyutu olan bilgi edinme özgürlüğünü engellemek yoluna gitti, yani basın özgürlüğünü kısıtladı. 1955’te tek başına parlamentodan güvenoyu isteyerek denge-denetleme sistemini hiçe saydığını gösterdi, şahış hakimiyetine bağlılığını adeta ilan etti. Ardından yargıyı karşısına aldı. Özellikle kendi tercihlerine aykırı karar veren yargıçları sürgüne yolladı. Bunu yaparken, yargının tabi olduğu kuralları ve gelenekleri hiçe saydı, kendi siyasi iradesini egemen kılmayı esas aldı. Üniversitelere de el atarak, Demokrat Parti’yi veya kendisini eleştiren hocaları vekalet emrine aldı. Fakat daha da önemlisi, bilahare muhalefetin Meclis’teki sesini kısmaya yöneldi, bunun ötesinde sadece iktidar milletvekillerinden oluşan ve muhalefetin yıkıcı faaliyetini inceleyecek olan, bir miktar da yargı yetkileriyle donatılmış bir tahkikat komisyonu kurdu. Bu icraati demokratik sistemin her kuralını ihlal eder nitelikte idi. Bir yandan hukuk devleti kuralları, diğer yandan denge-denetleme yapısı tamamen göz ardı ediliyordu
Rahmetli Menderes iyi bir insan olabilir, ama demokratik bir sisteme inanan biri olduğunu söylemek güçtür. Halkın oyu ile göreve geldiğini, bunun demokratik sistem için yeterli olacağını düşünmüş, iktidarda kalabilmek için muhalefeti iş göremez duruma sokmak yönünde gayret göstermekten geri durmamıştır. Halbuki, sizlerin de bilebileceği gibi, 1957 seçimlerinde muhalefetin aldığı oy Menderes’in Demokrat Partisi’nden daha fazla idi fakat o gün yürürlükte olan ve bir seçim bölgesinde en çok oyu alan partiye tüm milletvekilliklerini veren (ve Menderes’in iktidara gelirlerse değiştirmeyi vaat ettiği ama değiştirmediği) sistemin bir sonucu olarak parlamentoda güçlü bir çoğunluğa sahip bulunuyordu.
İsterseniz, tartışmayı uzatmayayım, fakat Menderes’in göreve demokratik yoldan geldiğini, ancak icraatına bakıldığında demokratik sistemi benimsemediğini söylemek için o dönemin tarihinin ayrıntılarını dahi bilmeye gerek yok. Pekiyi daha sonraki dönemlerde demokrasi anlayışımız çok daha ileriye mi gitti? Ona da bakalım. İzninizle rahmetli Deniz Gezmiş ile ilgili bazı gözlemlerde bulunmak istiyorum. Sizler de biliyorsunuz, ana muhalefet partimiz kendisini demokrasi kahramanı olarak kabul ediyor, her sene anma törenleri düzenliyor ve demokrasimizin bu değerli kahramanını anmaya çalışıyor.
Biraz önce yukarda yazdıklarımı burada da tekrar etmek mecburiyetini hissediyorum. Rahmetlinin hakkında tahkikat açılmasına, hangi şartlarda aramızdan ayrılmasına ilişkin bir değerlendirme yapmayacağım. Bu konuda yapılacak eleştirilere itiraz etmem, bir kısmına katılacağımı da düşünürüm. Ancak Deniz Gezmiş’i bir demokrasi kahramanı ilan etmenin doğru olduğunu sanmıyorum. Rahmetli toplumun kimler tarafından, hangi saiklerle ve nasıl yönetileceğine ilişkin kesin düşüncelere sahipti. Toplumun doğru yönetim biçimini bildiğine inanıyor, kendi düşüncesinde olanların iktidara getirilmemesini kitlelerin yanlış bilinçlenmesine ve aldatılmasın bağlıyordu. İktidara bir halk hareketiyle gelmeyi tasarlamakla birlikte, bunun bir seçim kazanmaktan ziyade organize bir grubun iktidara el koyması şeklinde olacağına inanıyordu. Kitabında seçim yoktu. Kendisinden farklı düşünenler, farklı tercihi olanlar demokrat değildi. Hatta, kendi düşüncelerinden farklı düşünenlerin düşüncelerinin ifadesinin engellenmesi dahi mubahtı çünkü onlar yanlış düşünceleri savunuyorlardı. Şimdi size soruyorum: bu düşünceler sizce demokratik bir kişiliğin tezahürü müdür? Farklı düşüncelere tahammülsüzlüğünü de bizzat yaşadığımı da burada ifade edebilirim.
Maalesef, demokratik sistemler bütün dünyada geriliyorlar. Görünüşe göre, popülizm sadece demokrasiye karşı galebe çalmıyor, demokrasinin iktidarları seçimle meşrulaştırmasından yola çıkarak demokratik sistemden uzaklaşmayı tabiileştiriyor. Bunun en canlı örneğini Amerika’da görüyoruz.
Gelelim günümüze. Görebildiğim kadarıyla, iktidarımız kitleden aldığı seçmen desteğini ülkemizde demokrasinin egemen olduğunu iddia etmek için yeterli kabul ediyor. O desteğin değişmesini ancak kitlelerin aldatılmasıyla açıklamaya meyyal olduğundan, seçmen tercihlerindeki kaymaları kabul etmekte zorlanıyor ve seçmeni farklı tercihlere yönlendiren siyasal partileri susturmayı tercih ediyor. Gerçek bir demokraside ancak kendisinin seçim kazanabileceğini düşünüyor. Tabii, bu düşüncenin pek de geçerli olmadığı, daha doğrusu demokrasi ile uyumlu olmadığını söylemek mümkün.
Şimdi Türkiye’den uzaklaşarak biraz da etrafımıza bakalım. Maalesef, demokratik sistemler bütün dünyada geriliyorlar. Görünüşe göre, popülizm sadece demokrasiye karşı galebe çalmıyor, demokrasinin iktidarları seçimle meşrulaştırmasından yola çıkarak demokratik sistemden uzaklaşmayı tabiileştiriyor. Bunun en canlı örneğini Amerika’da görüyoruz. Trump göreve seçimle geldi. Hatta, ilk göreve geldikten sonra seçimi kaybedince, seçimin çalındığını, aslında kazananın kendisi olduğunu herhangi bir kanıt ileri süremeden iddia etti, sokak güçlerini kullanarak iktidarda kalmayı bile denedi. İkinci gelişinde ise erklerin birbirini dengelemesini bir yana bıraktı, yargının kendisinin yapmak istediği her şeyi meşrulaştırması için elinden geleni yapıyor. Yandaşı olan kişilerin bile kendi dediğinden bir miktar sapması karşısında hem bürokrasiyi (yürütmeyi) hem de yargıyı üzerlerine salıyor. Uzun süreler demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden Amerika’da dahi demokrasinin uğradığı zaafı görünce, demokrasisi zaten iyileşmeye muhtaç ülkelerde demokratik gerilemeye karşı söylenecek fazla bir söz kalmıyor.
Demokrasi ile övünen ve bunu birliğe girmek için olmazsa olmaza dönüştüren Avrupa Birliği’nde de durumun pek farklı olduğunu söylemek kolay değil. Hemen her ülkede popülist akımlar gelişiyor, iktidara yaklaşıyor. Bu hareketler demokrasiye duydukları inanç konusunda güven vermiyorlar. Özellikle Amerika’nın Avrupa’yı savunma konusunda yeterince desteklemeyeceği anlaşılınca, AB üyelerinin başını çektiği Avrupa ülkeleri demokratik sistem savunuculuğunu bir yana bırakarak, güvenlik endişesini ön plana çıkardılar ve demokrasi görünümü vermeye çalışan otoriter sistemlerle daha dostane ilişkiler kurmaya çalışıyorlar.
Görüyorsunuz, demokrasinin günümüzde kazandığı anlamın sadece halkın seçtiği iktidarlarla sınırlı olmadığını vurgulamaya çalışırken, sonunda demokrasi tanımının sadece toplumca seçilen kişiler yönünde ilerlediğini saptadık. Tekrardan demokratik sistemin bütün gereklerine geri dönülecek mi, bunu şimdiden bilmemiz mümkün değil. Belki de demokratik sistemler de artık tarihte yerini alacak ve geri gelmesi mümkün olmayan yapılar olarak anılacak. Ancak unutmayalım ki, insanlar farklılıkları barışçıl bir yöntemle yönetmek için en iyi yöntem olarak demokrasiyi buldular, bunun yerini alacak bir sistem de henüz bulunmuş değil. Dolayısıyla ben yine de kendimi demokratik sistemleri desteklemekten alıkoyamıyorum. Bilmem bana katılır mısınız, yoksa modası geçmiş bir sistemi savunmakla mı itham eder siniz?
İlginizi Çekebilir