© Yeni Arayış

Demir Perde’nin çöküşü, İran’ın Ateşi: 1983’ün Mirası

Soğuk Savaş, asıl güç sahiplerinin perde arkasında durduğu, dünyanın her köşesinin bir ring gibi tartıya çıkıldığı bir dönemdi. 1980’e kadar ABD’nin stratejisi, Sovyet yayılmasını durdurmak ve cepheyi sağlam tutmak üzerine kuruluydu.

Ne garip bir talih ki, Reagan’ın Beyaz Saray’da kucakladığı mücahitlerin omuzladığı roketatarlar, Sovyet demir perdesini delip geçerken, geleceğin kaosunun tohumlarını da ekiyordu. Komünizmin mezar taşına zafer kazınırken, açılan Pandora’nın kutusundan yükselen dumanlar, İkiz Kuleler’in gökyüzünü karartacak, İran’ın devrim ateşini körükleyerek İsrail’in kapısına yeni bir düşman dikecek ve tarihin sonunu müjdeleyenler, yeni bir sonsuz savaşın fitilini ateşleyecekti. Soğuk Savaş’ın ringinde alkışlanan kahramanlar, sahne değiştiğinde başka bir oyunun piyonları oldu; çünkü tarih, zafer naraları atanların unuttuğu bir gerçeği fısıldar: Her düşman yenildiğinde, gölgelerde bir yenisi doğar.

1983’te Beyaz Saray’da Afgan mücahitlerle buluşan Ronald Reagan, Sovyet işgalindeki Afganistan’ı kurtarmaya çalışan muhataplarını, “Sizler Amerika’nın Kurucu Babaları gibi bir işlev yürütmektesiniz,” diyerek selamlamıştı. Reagan’ın bu cümleyi gerçekten kurmadığı, bunun bir yakıştırma olduğu sıkça dile getirilse de, eski bir aktör ve kovboy filmleriyle tanınan Reagan’ın bu savaşçılara Sovyetler’e karşı büyük bir önem atfettiği kuşkusuzdur.

1983, Soğuk Savaş’ın 37. yılıydı. Bugün hayal gibi gelse de, 1983 dünyası bambaşka bir bölünmeyle tanımlanıyordu: Bir yanda “Hür Dünya Cenneti”, diğer yanda “Komünist Cehennem”. Afganistan, Arnavutluk ve Sovyetler Birliği içindeki alt ülkeler hariç, İslam dünyasında komünizme en yakın ülkeydi. Tarih boyunca Müslüman geleneğin en güçlü koruyucularından biri olan bu ülkede sosyalist bir rejimin varlığı, sıcak çayda dondurma saklamak gibi imkânsız bir meydan okumaydı. Buna rağmen, Afganistan’da seküler yaşam belirli ölçüde kök salmış; din, modernizm ve sosyalizm gölgesinde, kendi çapında da olsa yan yana var olabilmişti.

Amerika Birleşik Devletleri, Soğuk Savaş döneminde en büyük iki çatışmayı Uzak Doğu’da yaşamış ve 1-1 berabere kalmıştı: Kore’de komünizmi alt etmeyi başarmış, Vietnam’da ise ağır bir yenilgi almıştı. Güney Amerika’da, yani “arka bahçede”, işler daha kolay yürüyordu; askeri diktatörlükleri manipüle etmek çocuk oyuncağıydı. Türkiye’de de “bizim çocuklar”, önce istikrarsızlık yaratıp ardından din ve milliyetçilik istismarıyla anti-Amerikan izler taşıyan tüm alanları etkisiz hale getirmişti.

Soğuk Savaş, asıl güç sahiplerinin perde arkasında durduğu, dünyanın her köşesinin bir ring gibi tartıya çıkıldığı bir dönemdi. 1980’e kadar ABD’nin stratejisi, Sovyet yayılmasını durdurmak ve cepheyi sağlam tutmak üzerine kuruluydu. Güç dengesi, yalnızca Kıtalararası Balistik Füze anlaşmalarıyla değil, üçüncü ülkelerdeki çatışmalar ve derin devlet/gladio yapılarıyla da korunuyordu.

Komünizme karşı mücadele, 1946’da “Mr. X” adlı isimsiz bir Amerikan diplomatın “Beyaz Rapor” mektubuyla başlamıştı. Ancak Soğuk Savaş’ı kazanma fikri Reagan’a aitti. O güne dek kazanılıp kaybedilmeyen, askıda kalan bir süreç olan Soğuk Savaş’ı, Reagan zaferle sonuçlandırmaya kararlıydı. 1980’den 1988’e kadar süren başkanlık döneminde, Sovyetler Birliği’nin komünizm tehdidini sonsuza dek ortadan kaldırmayı ve bu bitmek bilmez çatışmayı bitirmeyi hedefledi.

Pandora’nın kutusunu aralamak mı, yoksa Sovyet komünizminden boşalan düşman kontenjanını doldurmak mı? Ne dersek diyelim, dünyanın son 50 yılının siyasi tablosu değişmiyor. 11 Eylül’de İkiz Kuleler’i vuran uçakların kalkış tarihi 1970’lerin sonuydu. Bugün ABD’nin en yakın müttefiki İsrail’in başına bela olan İran İslam Cumhuriyeti’nin kökenleri de aynı döneme uzanıyor.

Savaşı kazanmanın yolu, Reagan’dan önceki Carter döneminde başlayan bir çatışmayı merkeze almaktan geçti. Daha liberal görünen Carter döneminde, Sovyetler’i içine çeken Afganistan’daki karışıklık, iyi planlanmış bir senaryonun parçasıydı. Kendine yakın rejimi korumak isteyen Sovyetler, Reagan başkan olmadan önce tanklarını Afganistan’a sokmuştu. 1980 Moskova Olimpiyatları, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu “Hür Dünya” tarafından, Afganistan işgali gerekçesiyle boykot edilmişti.

Afganistan, su sızdıran bir tesisat gibi Sovyetler Birliği’ni içten içe çökertiyordu. 1983’te mücahitleri kucaklayan Reagan’ı, 80’lerin efsane Hollywood yıldızı Stallone’un Rambo filmleri destekliyordu. Afgan mücahitler, New Yorklu bitirim bir Katolik’le  omuz omuza, “dinsiz komünistlere” karşı savaşıyordu. Reagan, Brandenburg Kapısı önünde “Mr. Gorbaçov, bu duvarı yıkın!” diyerek Berlin Duvarı’na görünmez bir kazma vururken, Afganistan dağlarında komünist demir perdeyi yıkan hiltiler, Stallone’nin dostları mücahitlerin elindeydi.

Yeşil Kuşak projesinde Afganistan, İran ve Pakistan’ın yanı sıra, seküler görünümlü Kenan Evren’in darbe Türkiyesi de üzerine düşeni yapıyordu. 1983’te Reagan mücahitleri Beyaz Saray’da ağırlarken, Kenan Evren anti-komünist nutuklarını elinde Kur’an’la atıyordu. Amerika’nın sadık müttefiki İran Şahı’nın komünistleri ezmede yeterince aktif olmadığını düşünenler, “Şah olmasa da olur, ama komünistleri Humeyni’den daha iyi ezecek bir düşman bulamayız,” mantığıyla İran Devrimi’ne kırmızı ışık yakmamıştı.

Pandora’nın kutusunu aralamak mı, yoksa Sovyet komünizminden boşalan düşman kontenjanını doldurmak mı? Ne dersek diyelim, dünyanın son 50 yılının siyasi tablosu değişmiyor. 11 Eylül’de İkiz Kuleler’i vuran uçakların kalkış tarihi 1970’lerin sonuydu. Bugün ABD’nin en yakın müttefiki İsrail’in başına bela olan İran İslam Cumhuriyeti’nin kökenleri de aynı döneme uzanıyor.

1991’de, sevgili Hüseyin Bağcı hocamız ODTÜ’de, kolunun altında Fukuyama’nın Tarihin Sonu ile sınıfa giriyordu. Komünizmin çöküşünü tarihin sonu sananların yanıldığı, artık üzerinde konuşmaya değmeyecek bir şaka oldu.

Ne garip bir talih ki, Reagan’ın Beyaz Saray’da kucakladığı mücahitlerin omuzladığı roketatarlar, Sovyet demir perdesini delip geçerken, geleceğin kaosunun tohumlarını da ekiyordu. Komünizmin mezar taşına zafer kazınırken, açılan Pandora’nın kutusundan yükselen dumanlar, İkiz Kuleler’in gökyüzünü karartacak, İran’ın devrim ateşini körükleyerek İsrail’in kapısına yeni bir düşman dikecek ve tarihin sonunu müjdeleyenler, yeni bir sonsuz savaşın fitilini ateşleyecekti. Soğuk Savaş’ın ringinde alkışlanan kahramanlar, sahne değiştiğinde başka bir oyunun piyonları oldu; çünkü tarih, zafer naraları atanların unuttuğu bir gerçeği fısıldar: Her düşman yenildiğinde, gölgelerde bir yenisi doğar.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER