Cumhuriyet üzerine: Özgürlük ve aklın izinde
SİYASETFloransa’nın sanatla yücelttiği insan aklı, Venedik’in kurumsal dengelerle koruduğu kamusal erdem, Atatürk’ün Cumhuriyeti’nde birleşti. Cumhuriyet, yalnızca geçmişin bir kazanımı değil, aklın, özgürlüğün ve estetiğin bir arada var olabildiği bir yaşam biçimidir. Bugün, o idealleri yeniden hatırlamak; sanatı, bilimi ve eleştiriyi yeniden özgürleştirmek, bu topraklarda Cumhuriyet’i gerçekten yaşatmanın tek yoludur.
Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle yaptığım kısa tatilde Floransa ve Venedik’te dolaşırken bu iki şehrin sanat ve estetik tarihi kadar aklın üstünlüğü ve bireyin özgürleşmesi açısından da ne kadar önemli olduklarını düşündüm. Bir bakıma bu iki şehir, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı akılcılık, laiklik ve özgür yurttaşlık ilkelerinin tarihsel köklerini taşıyor.
Floransa’da, ünlü Uffizi Müzesi’nde sergilenen Venüs’ün Doğuşu tablosu karşısında durduğumda, deniz köpüğünden doğan tanrıçanın yalnızca bir mit değil, insan aklının yeniden doğuşu olduğunu hissettim. Botticelli’nin bu tablosu, Rönesans dönemindeki sosyo-kültürel dönüşümün bir yansıması. Dinin dogmatik etkisinin azalmaya başladığı bu dönemde sanatçılar, insan bedenini ve mitolojiyi özgürce yorumlama cesareti buldular. Aşk tanrıçası Venüs’ün çıplak olarak resmedilmesi insan merkezli hümanizmin yükselişini simgelerken, sanatın dinsel sınırların ötesine geçebileceğini gösteriyordu.
Orta Çağ’ın karanlık dogmalarının ardından, sanat ve düşünce yeniden insan merkezli hale gelmişti. Galleria dell'Accademia’da hayranlıkla izlediğim Michelangelo’nun Davut heykeli ise insanın kudretini, iradesini ve özgüvenini temsil ediyordu. Uzun süre Floransa Belediye binasının önünde duran bu heykel kamusal alanda özgürlüğün, cesaretin ve insan aklının yüceltilmesi demekti. Bu iki başyapıt, laikliğin yalnızca siyasal değil, kültürel ve ahlaki bir özgürlük biçimi olarak ortaya çıkışını hatırlatıyordu.
Floransa’daki bu entelektüel devrim tesadüf değildi. Şehrin ekonomik gücünü ticaret ve üretimle yaratan Medici ailesi, feodal soylulara değil, bilgiye, sanata ve rasyonel düşünceye dayanan yeni bir iktidar biçimini temsil ediyordu. Onların korumasında sanatçılar, filozoflar ve bilim insanları serpilip büyüdü. Böylece burjuva sınıfı, otoritenin kaynağını Tanrı’dan değil, insan emeği ve aklının üretkenliğinden almaya başladı. Bu dönüşüm, ileride cumhuriyet fikrinin gelişeceği seküler bir zemini hazırladı.
Bu kültürel özgürleşmenin siyasal karşılığı Venedik Cumhuriyeti’nde şekillendi. Venedik bir şehir devleti olarak on bir yüzyıl boyunca kralsız ama kurallı bir düzenin simgesiydi. Düka’nın yetkileri meclislerce dengeleniyor, kurumlar birbirini denetliyordu. Bu yapı, modern çağın “denge ve denetleme” ilkesinin erken örneğiydi. Machiavelli, Roma’yla birlikte Venedik’i de erdemli yönetimin modeli olarak görüyordu. Bu düşünsel miras, 18. yüzyılda Amerikan kurucu babalarına (founding fathers) kadar ulaştı. Venedik elbette günümüz standartlarında bir cumhuriyet değildi. Ancak gücün kısıtlanması/dengelenmesi ve sadece seçkinlerle sınırlı olsa da meşruiyetini seçimlerden alıyor olması nedeniyle içinde Cumhuriyet nüveleri barındırıyordu.
Atatürk’ün “muasır medeniyet” hedefi, Batı’yı taklit etmek değil, onun bilim, sanat ve eleştirel düşünce geleneğini özümsemek anlamına geliyordu. O, insan aklının potansiyeline duyduğu güvenle, Cumhuriyet’i yalnızca bir yönetim biçimi olarak değil, aklın ve özgürlüğün birleştiği bir yaşam ideali olarak kurdu. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” derken, halkı tarihin nesnesi olmaktan çıkarıp öznesi haline getirdi.
Ne yazık ki bugün Türkiye’de Cumhuriyet’in bu ruhu yıpratılıyor. Kurumlar zayıflatıldıkça, denge ve denetleme mekanizmaları işlevsizleştikçe, liyakat yerine sadakat, eleştiri yerine biat öne çıkıyor. Rasyonel düşüncenin yerini dinin siyasallaşması, bilimin yerini dogma, sanatın yerini korku ve sansür alıyor. Sanatçılar, akademisyenler, gazeteciler üzerindeki baskılar, Cumhuriyet’in özündeki özgürlük idealine zarar veriyor.
Floransa’nın sanatla yücelttiği insan aklı, Venedik’in kurumsal dengelerle koruduğu kamusal erdem, Atatürk’ün Cumhuriyeti’nde birleşti. Cumhuriyet, yalnızca geçmişin bir kazanımı değil, aklın, özgürlüğün ve estetiğin bir arada var olabildiği bir yaşam biçimidir. Bugün, o idealleri yeniden hatırlamak; sanatı, bilimi ve eleştiriyi yeniden özgürleştirmek, bu topraklarda Cumhuriyet’i gerçekten yaşatmanın tek yoludur.
İlginizi Çekebilir