Çözüm komisyonu: Barış makyajı mı, siyasi tuzak mı?
SİYASETCHP’nin komisyonda yer alması şeffaflık açısından bir avantaj olabilir. Ancak masada oturmak yetmez; halkın sesi, adaletin vicdanı olmak gerekir. Aksi halde CHP de bu oyunun figüranı olur.
Bu süreç Türkiye’yi nereye götürecek? Doğru yönetilirse demokratikleşmenin ve toplumsal barışın önünü açar. Yanlış yönetilirse, tarihe siyasi mühendisliğin en pahalı oyunu olarak geçer. Ne yazık ki bugüne kadar gördüğüm işaretler, ikinci ihtimali güçlendiriyor.
Meclis’te kurulan “Çözüm Komisyonu” kulağa hoş geliyor: Barış, kardeşlik, demokrasi… Kim karşı çıkar ki? Ancak siyaset böyle bir şey değil; parlak kelimeler çoğu zaman gerçeği örtmek için kullanılır. Benim gördüğüm, bu komisyonun adı barış olsa da niyeti hâlâ muamma. Peki, bu komisyon gerçekten barışın kapısını mı aralayacak, yoksa Türkiye’yi yeni bir uçurumun kenarına mı getirecek?
Sokağa çıkıp soruyorum; çoğu insan ne konuşulduğunu bilmiyor. Süreç kapalı kapılar ardında ilerliyor. Hangi pazarlıklar yapılıyor, kim neyin sözünü veriyor, belirsiz. İnsanlar sadece kulaktan dolma bilgilerle “Acaba bu işin ucu nereye varacak?” diye kaygıyla bekliyor. Bu belirsizlik ve kapalılık, toplumda derin bir güvensizlik yaratıyor. Bana göre asıl sorun, halkın bu süreçte özne değil, seyirci konumuna itilmiş olması.
Farklı ideolojilerden iki kesim — milliyetçiler ve sol-cumhuriyetçiler — bu konuda aynı noktada buluşuyor: Türkiye’nin üniter yapısı kırmızı çizgidir. İYİ Parti, terör örgütüyle masaya oturmanın milli egemenliğe ihanet olduğunu düşünüyor. Sol-cumhuriyetçiler ise Lozan’ın sorgulanmasına, sınırların tartışmaya açılmasına ve etnik temelli siyasal yapılara kesinlikle karşı. İdeolojiler farklı ama endişe aynı: Bu ülke bir pazarlık masasında parçalanamaz. Bu ortak refleksin tesadüf olmadığını düşünüyorum; bu, Cumhuriyet’in kurucu değerlerinin hâlâ toplumun geniş kesimlerinde kök saldığını gösteriyor.
Ama bu ortak kaygı bile kendi içlerinde birlik sağlamıyor. Milliyetçi cephede MHP ve İYİ Parti arasında yaklaşım farkı derin. MHP, iktidarın yanında durarak süreci destekleyen, hatta başlatan bir öncü rol üstlenirken; İYİ Parti tabanında ve bazı liderlerinde sert eleştiriler yükseliyor. Sol ve cumhuriyetçi cephede de benzer bir tablo var. CHP içinde süreci taviz olarak görenler ile içeriden takip etmenin stratejik olduğunu düşünenler arasında ayrışma yaşanıyor. DEM Parti cephesinde ise çözüm sürecine daha temkinli yaklaşanlar ile aktif destek verenler arasında fikir farkı mevcut. Barış kelimesi herkesin dilinde aynı olsa da zihinde farklı anlamlar taşıyor.
Tüm bu ayrılıklara rağmen bazı temel değerlerde birleşme var: Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğünün korunması. İkincisi, laik ve demokratik hukuk devletinin savunulması. Üçüncüsü, etnik ve mezhepsel ayrışmalara karşı durulması. Dördüncüsü ise ekonomik bağımsızlık ve toplumsal refahın güçlendirilmesi. Bana göre bu dört madde, hangi partiye oy verirse versin, halkın çok büyük bir kesiminin altına imza atabileceği ortak paydalar.
CHP’nin komisyonda yer alması şeffaflık açısından bir avantaj olabilir. Ancak masada oturmak yetmez; halkın sesi, adaletin vicdanı olmak gerekir. Aksi halde CHP de bu oyunun figüranı olur. Barış ancak halkın iradesiyle mümkündür. Halkın haberi yoksa, iradesi yok sayılıyorsa, ortada barış değil, dayatma vardır. Dayatmaların faturası ise her zaman ağır olur.
Peki, iktidar samimi mi? Stefan Zweig’ın uyarısı aklıma geliyor:
“Savaşa hazırlanan bütün diktatörler, hazırlıklarını tamamlayana kadar sürekli barıştan söz eder.”
Tarih boyunca “barış” diyerek yola çıkıp arka planda kendi iktidarını pekiştiren liderleri gördük. Bugün de AKP’nin çözüm sürecini seçimde avantaj kazanmak, oy kaybını telafi etmek ve siyasi riskleri paylaşmak için bir araç olarak kullanıyor olma ihtimali hiç de uzak gelmiyor.
Madem iktidar Meclis’te MHP ve DEM desteğiyle istediği değişiklikleri yapabilecek çoğunluğa sahip, neden komisyon kurdu? Cevap basit: Risk paylaşmak için. Oy oranı düşen bir Cumhurbaşkanı, kritik kararların faturasını tek başına ödemek istemez. Komisyon, tepkileri bölmek ve sorumluluğu dağıtmak için biçilmiş kaftardır. Üstelik bu, iktidarın olası bir seçim riskine karşı da sigortasıdır. Eğer süreç barış ve demokrasi adına yürütülmez, toplumda güven oluşturmazsa, bugüne kadar seçimlerde belirleyici rol oynayan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin erken seçim çağrısı yapma ihtimali masadadır. Üstelik son dönemde yapılan anketlerde halkın %60’tan fazlası erken seçim istiyor. Bu talebi, bir rövanş olarak gören ve iktidarın kaybetmeyeceğinden emin bir kesim de var. Ancak artık iktidarın vadesini tamamladığını düşünen geniş bir kitle mevcut. Böyle bir ortamda sürecin güven kaybı yaratması, iktidarın eriyen oylarının hızla düşmesine yol açar. Bu yüzden komisyon, hem zamanı kazanmak hem de olası bir seçim krizinde sorumluluğu ortaklara yıkmak için bir kaçış planı olarak görülebilir. Bana göre bu, siyasi mühendisliğin en ince hesaplarından biridir.
Şeffaflık bu noktada belirleyici. Eğer süreç halka kapalı, oldubittiye getirilmiş biçimde yürütülürse güven tamamen yok olur. Hem milliyetçi hem de sol-cumhuriyetçi kesimler böyle bir tiyatroyu kabul etmez. Barış, tek taraflı tavizlerle değil, adil ve kapsayıcı bir toplumsal sözleşmeyle mümkündür. Aksi takdirde bu yolun sonu derin bir toplumsal krizdir.
Ve şunu net söylüyorum: Bu komisyondan gerçek bir barış ve demokrasi çıkacaksa, önce Can Atalay, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve şu an siyasi tutsak olarak cezaevinde tutulan tüm seçilmişlerin serbest bırakılması gerekir. Seçilmişlerin hapiste olduğu bir ülkede demokrasi iddiası kâğıt üzerinde kalır. Bu, sürecin samimiyetinin turnusol kâğıdıdır.
CHP’nin komisyonda yer alması şeffaflık açısından bir avantaj olabilir. Ancak masada oturmak yetmez; halkın sesi, adaletin vicdanı olmak gerekir. Aksi halde CHP de bu oyunun figüranı olur.
Son olarak şunu soruyorum: Bu süreç Türkiye’yi nereye götürecek? Doğru yönetilirse demokratikleşmenin ve toplumsal barışın önünü açar. Yanlış yönetilirse, tarihe siyasi mühendisliğin en pahalı oyunu olarak geçer. Ne yazık ki bugüne kadar gördüğüm işaretler, ikinci ihtimali güçlendiriyor.
Barış ancak halkın iradesiyle mümkündür. Halkın haberi yoksa, iradesi yok sayılıyorsa, ortada barış değil, dayatma vardır. Dayatmaların faturası ise her zaman ağır olur.
İlginizi Çekebilir