© Yeni Arayış

Çelik Gülersoy’un sıra dışı kamusal alan deneyimi 

Çelik Gülersoy adıyla özdeşleşen Turing Kulüp neler yaptı? Kulübün triptik plaka verilmesi gibi işlerden elde ettiği gelirlerle muazzam bir işe girişti. 

İstanbul'da Çelik Gülersoy’un adıyla özdeşleşen “Turing Kulüp”ün gerçekleştirdiği sıra dışı kamusal alan deneyiminin neden hiç tartışılmadığına hep şaşırır dururum. Kimi zaman Gülersoy’un elde ettiği başarılara, yaptığı işlere methiyeler dizilir, ya da tam tersine “seçkinci ve soylulaştırıcı bir deneyim” olduğu söylenerek burun kıvırılır. Oysa bu girişim İstanbul’un tarihindeki kayda değer kamusal alan deneyimlerinden  biri olarak görülebilir. 

Gülersoy’u yirmi iki yıl önce kaybetmiştik. 

Çelik Gülersoy adıyla özdeşleşen Turing Kulüp neler yaptı? Kulübün triptik plaka verilmesi gibi işlerden elde ettiği gelirlerle muazzam bir işe girişti. 

Soğukçeşme sokağını restore ettirdi ve köşesinde kendi kitaplarını bağışlayarak İstanbul kütüphanesi açtı. Yeşil Ev gibi tarihi konakları otele dönüştürdü. El sanatları çarşısı yapmaya girişti. İstanbul’da Yıldız Parkı, Emirgan Parkı gibi parkların içindeki Osmanlı döneminden kalan köşkleri ve Kanlıca’daki Hidiv Kasrı’nı restore ettirdi ve işletmeye açtı. 

Fenerbahçe, Çamlıca tepesi, Bebek, Büyükada iskelesi gibi yerleri düzenledi, “Turing Café”ler açtı. Büyükada’da Fabiato Köşkü’nü bir kültür merkezine çevirdi. Sonrasında 1994 yılında Büyükşehir’in yönetimi değişti. Refah Partisi yönetime geldi.

Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Büyükşehir Belediyesi bu yerleri geri aldı. Gülersoy’un Turing Kulüp aracılığıyla gerçekleştirdiği mekanları kendi kurduğu şirkete, Beltur’a devretti. Günümüzde aynı mekanlarda Büyükşehir şirketi Beltur hizmet veriyor.

Gülersoy Büyükada’ya sığındı. Vefatından sonra Turing Kulüp’e kayyum atandı. 

Adalar Vakfı’nın yayınladığı Adalı dergisinde Adalar Müzesi’nin kurucusu Halim Bulutoğlu’nun bir yazısı yer alıyor. Bu yazıdan çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. 

5 Temmuz akşamı rahatsızlığı artmış olmasına rağmen Turing Kültür Evi’ndeki etkinliği izlemiş, sonra ambülansla şehre götürülmüş ve sabaha karşı vefat etmiş. 

Bulutoğlu Gülersoy’un o son günlerini şöyle anlatıyor:

“O yıl Turing’in geleneksel yaz konserleri Büyükada Turing Kültür Evi’nde başlamıştı. İlk konser 27 Haziran 2003 Cumartesi günü düzenlenen İnci Çayırlı konseriydi ve Çelik Bey, rahatsızlığına rağmen konsere katılmış, bir de konuşma yapmıştı.

Hafta içinde tetkikler için şehre inmiş, hafta sonunda, bu defa 5 Temmuz’daki konser için dündüğünde rahatsızlığı artmış, o gece Turing Kültür Evi’nin giriş katındaki odasından konseri izlemiş, sonra da ambulansla iskeleye, oradan da şehre götürülmüş, sabaha karşı vefat etmişti.

Turing’in efsanevi başkanıydı. Yoktan var edilmiş ya da restore edilerek yaratılmış çok sayıda Turing eserinin arkasındaki isim O’nundu. Neredeyse “Turing eşittir Çelik Gülersoy” denecek kadar.

Sağlığında O’nun şahsında Turing’i teslim almak, içini boşaltmak için saldırılar başlamıştı. İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı dönemiydi. 2002’den sonra da Erdoğan AK Parti hükümetinin başbakanı olarak göreve başlayacaktı. Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Turing’in elinden Yıldız Parkı, Emirgan Parkı, Çamlıca Tepesi gibi yerlerin alınması, kurumun içini boşaltmak için yapılan saldırıların ilk örnekleri olacaktı. Ardından Turing’in en önemli gelir kaynağı olan triptik gelirleri başta olmak üzere gelir kaynaklarına yapılan yasal düzenlemelerle el konulması gelecek, son olarak da icat edilen büyük bir vergi borcuyla kurum köşeye sıkıştırılacaktı. Erdoğan iktidarlarının bugünlerde artık alıştırıldığımız uygulamalarının ilk örneğiydi Turing. Çelik Bey yaşamının son günlerinde bu saldırılarla baş etmek ve kurumu korumak için uğraşmış, Büyükada da O’nun son sığınağı olmuştu…” (*)

Öncelikle yalnızdı. Entelektüel kesimi, sivil alandaki bağımsız bireyleri harekete geçirmek, arkasına almak yerine kendi başına hareket ediyordu. Böyle hareket etmesinin de bir takım nedenleri vardı. Entelektüel alandaki ilişkilere kapalıydı, fazlasıyla ben-merkezciydi bütün seçkinler gibi.

Gülersoy gibi bir kişinin bu şehirde bir şeyler yapmak için kendisini vakfetmesi, hiç bir karşılık beklemeden emek vermesi hiç şüphesiz çok değerli. 

Yapılanların eksiklikleri olabilir, ama eğer yararlı olmalarını istiyorsak eleştirel yaklaşımın daha objektif koşullara kavuşturulması amaçlanmalı. 

Şahsen tanıdığım, görüştüğüm, zaman zaman sohbet ettiğim Çelik Gülersoy'un yaptıklarını da bu açıdan değerlendirmek yararlı olur, kanımca. 83 yılında öğrenciyken  “Çağdaş Eleştiri” adlı dergide onun yaptıklarını eleştirmiştim ve bu yazının mimarlık çevrelerinde elden ele dolaşması beni hayli şaşırtmıştı. Anladığım kadarıyla o tarihlerde mesleki çevrelerde kimse buna cesaret edemiyordu. Gülersoy’a ya methiyeler diziliyor, ya da yaptıkları nedeniyle ona kızılıyor ve susuluyordu. 

Zannedersem Gülersoy’un iki temel meselesi vardı, o günün koşullarında. 

Öncelikle yalnızdı. Entelektüel kesimi, sivil alandaki bağımsız bireyleri harekete geçirmek, arkasına almak yerine kendi başına hareket ediyordu. Böyle hareket etmesinin de bir takım nedenleri vardı. Entelektüel alandaki ilişkilere kapalıydı, fazlasıyla ben-merkezciydi bütün seçkinler gibi. Mimarlığın niteliksizleşmesini, kültürel mirasın kaybını nostaljik bir refleksle kavrıyor ve Soğukçeşme, Yeşil Ev, Çamlıca Turing Café gibi projeler yaparak canlandırmacı müdahaleler ile kamusal mekanları soylulaştırmaya çalışıyordu. Oysa elindeki bu imkanlarla kamusal alanda çok farklı bir entelektüel potansiyel yaratabilirdi. Ama kendi bildiği, kişiliğinin elverdiği ölçüde bir turizmci, bir “kültür esteti” gibi yaklaşıyordu, şehrin kültürel miras sorunsalına.

Askeri darbe sonrası aydınlar özel alanlara sıkışmışlardı. Öncesinde de örgütlü sol hareketler genellikle iktidar merkezciydi ve şehirle ilgili konuları küçümsüyorlardı. Onlara göre bu meseleler iktidara geldikten sonra tartışılacak konulardı. 

İkinci mesele kamu ile ilişkiler.  O günün koşullarında da bugün olduğu gibi eğer kamu sahasını, imkanlarını kullanıyorsanız, resmi otorite ile özel bir ilişki kurmanız gerekiyordu. Bunun da sakıncaları ortadaydı.

Buna karşılık kamu ile ilişkilerin bağımsız olarak kurulabildiği örnekler çok sınırlıydı ama etkileri çok büyük oluyordu. Kamusal alanların, imkanların kullanımının daha sonraki yıllarda nasıl önemli bir soruna dönüştüğü daha sonraki yıllarda görüldü.

Bağımsız sanatçılar ve mimarlar tarafından gerçekleştirilen Seretonin sergisinin şehirde büyük bir yankı yaratmasının ardından (1989) İKSV de Modern Sanatlar Müzesi yapmak amacıyla Feshane ana binasını Büyükşehir’den devralmış, Orsay Müzesi’nin mimarı Gae Auelanti’ye bir proje hazırlatmıştı. Ancak 1994 seçimlerinde Büyükşehir yönetimi değişince bu mekanı kendiliğinden terk etti. Refah Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan ile çalışılamayacağını düşündü. Arkasından Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği ile Maslak’ta bir kampüs kurmaya girişti. Ancak bu girişim de yarı yolda kaldı ve başarısız oldu.  Mimarlar Odası İstanbul Şubesi de Yıldız Sarayı Dış Karakol binasından olaylı bir şekilde tahliye edildi. 96 yılında BM Zirvesi için İstanbul Sergisi’ni hazırlayan Tarih Vakfı da Topkapı Sarayı külliyesinde yer alan Darphane-i Amire’den zorla çıkarıldı.

Gülersoy’un Turing Café olarak adlandırdığı Büyükada İskelesinin sosyal mekanı da bugünlerde hala tartışılan bir örnek. Yönetim değişince Büyükada Turing Café’ye Büyükşehir tarafından el konuldu. Bir süre Beltur Café olarak işletilmeye çalışıldı. 2017 yılında TÜGVA’ya devredildi ve yerel halka tamamen kapatıldı. Ekrem İmamoğlu döneminde TÜGVA tahliye edilmeye çalışıldı. Ancak hala kapalı. 

Görüldüğü gibi sivil toplumun kamusal alanda var oluşuna, nasıl var olacağına, hangi imkanlara kavuşacağı iktidarla ilişkiler bağlamında belirleniyor. 

Gülersoy bu sıra dışı deneyimi özel alanlarda değil, müşterek alanlarda, sokaklarda, parklarda, kamuya ait tarihi yapılarda gerçekleştirir. Kamu yöneticilerini ikna eder ve söylediklerini büyük bir başarıyla yapar. Bu o güne kadar pek görülmüş bir şey değildir.

Gülersoy da bütün kazanımlarını iktidar değişimi ile kaybetti, küstürüldü. Bu yüzden başlattığı devasa girişim kalıcı olamadı. 

Oysa onun bu gayretleri, bu kamu imkanları ile daha iyi ve kalıcı şeyler yapılabilirdi. 

İstanbul'da Çelik Gülersoy’un adıyla özdeşleşen “Turing Kulüp”ün gerçekleştirdiği sıra dışı kamusal alan deneyiminin neden hiç tartışılmadığına hep şaşırır dururum. 

1970’li yıllardan başlayarak 2000’li yıllara uzanan bu deneyiminin hangi sebeplerle kalıcı olamadığı, kırılganlığı, iktidarla ilişkileri nedense hiç sorgulanmaz. Her zaman olduğu gibi izlerinin silinmesi yalnızca iktidar değişimi ile açıklanmaya çalışılır. 

Kimi zaman Gülersoy’un elde ettiği başarılara, yaptığı işlere methiyeler dizilir, ya da tam tersine “seçkinci ve soylulaştırıcı bir deneyim” olduğu söylenerek burun kıvırılır. 

Oysa bu ilginç girişim İstanbul’un tarihindeki kayda değer kamusal alan deneyimlerinden biridir. 

Gülersoy bu sıra dışı deneyimi özel alanlarda değil, müşterek alanlarda, sokaklarda, parklarda, kamuya ait tarihi yapılarda gerçekleştirir. Kamu yöneticilerini ikna eder ve söylediklerini büyük bir başarıyla yapar. Bu o güne kadar pek görülmüş bir şey değildir. Şehir yönetimi müşterek alanların projelerini, işletmesini ona devreder. Sonraki yıllarda bu işletme modeli Büyükşehir’in kendi kurduğu şirketler tarafından devralınır. Böylece iktidarlar şirketler aracılığıyla şehrin kamusal alanları kontrolleri altına alırlar.

Daha sonraki yıllarda ise iktidarlar -zannedersem kamusal alandaki varlıklarını iyice konsolide ettikten sonra- büyük sermayenin desteklediği hayırseverlik kurumlarını -özel alanlara izole edilen- “kültür ve sanat müzeleri” oluşturmaya teşvik ederler.

Yakından tanıma fırsatı bulduğum ve sıra dışı bir entelektüel kişi olan Adnan Benk’in çıkardığı Çağdaş Eleştiri dergisinin 1983 yılındaki Şubat/Mart sayısında bu konu üzerine bir şeyler yazdığımı hatırlayarak 22. ölüm yıldönümünde görüşlerimi paylaşmak istedim (**). 

*https://adalidergisi.com/category/tum-sayilar/2025/temmuz-sayi-241/ 

**Korhan, Gümüş, “Çamlıca'da Bir XVIII. Yüzyıl Kahvehanesi”, Çağdaş Eleştiri, 1983, sy. 2/3, s. 28-29. 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER