Çağdaş birarada yaşama üzerine
SİYASETÇağdaş bir toplum için siyasal sistem inşasında bulunulacaksa, burada bireylerin özgür düşünceleri ve korkusuzca fikirlerini ifade edebildikleri bir ortamda alınan siyasal kararlara doğrudan veya kendilerini temsilen seçtikleri vekiller tarafından katılmaları esastır.
İktidar konusunda sorunlu olan bir zihniyet ve tutum içinde bulunan siyasal seçkinlerimiz dolayısıyla bu tür bir yönetim uygulamasından siyaset erbabı, büyük iş çevreleri ve medya sahipleri başta olmak üzere bir çok seçmen bloku da tatmin olmamıştır.
Giriş: Dışlama ve Kucaklama Sorunsalı
Bir süredir Cumhur İttifakı’nın terörsüz Türkiye, barış, kardeşlik, birlik temalı açıklamaları, terör örgütü PKK lideriyle yaptıkları görüşmeler ve açıklamalar son günlerde dini veya etnik içerikli topluluklar üzerinde yeni bir toplum ve siyaset inşasına doğru yöneldi. Amerikan Buyükelçisi’nin yaptığı Osmanlı millet sistemi konulu bir açıklamanın hemen araksından gelen siyasette temsilin etnik ve mezhebi topluluklar üzerinden biçimlendirmesi önermeleri iki yüzyıl kadar önce terk edilmiş olan bir toplum tasavvurunu yeniden imal etmek gibi beklenmedik bir açılımı gündeme getirdi.
Bu aşamada yapılan tartışmalar siyaset erbabı arasında çeşitli isnatlar ve karşılıklı suçlamaları gündeme getirse de burada gündemin içeriğinde tam ne olduğu pek de anlaşılamadı. Toplumdaki iki yüzyıl önce Tanzimat’la birlikte terk edilmiş olan çeşitli kültürel topluluklara dayalı yapı taşları üzerine inşa edilen siyasete geri dönmek için gerekçe nedir? Bu tür bir yapılandırmada birey – siyasal sistem / hükümet ilişkisi ne olacaktır? Böyle bir değişme ile bireylerin kültürel kimlikleri dolayısıyla toplumda verya siyasette dışlanmaları sona erecek, yerine kapsayıcı (inclusive) bir birey – siyasal sistem ilişkisi mi gelişecektir? Bugün, bu hususlarda anayasal çerçevede çözülemez sorunlar mı vardır? Bu sorunların aşılması için 1839’da işe yaramadığı düşünülerek terk edilen bir toplumsal ve siyasal örgütlenme modeline tekrar geri dönmenin gerekçesi nedir?
Birey – Toplum – Siyasal Sistem İlişkileri
Bireylerin doğuştan edindikleri kimlikler yüzünden belirli bir toplumsal ve siyasal algı veya muameleye tabi olmaları, dünyada özellikle farklı ırkların, etnik grupların, din ve mezhep topluluklarının bir arada yaşadıkları toplumlarda görülmektedir. Bu ilişkilerin toplumsal ve siyasal hayatta bireylere farklı olanak ve zorluklar sunması söz konusudur. Bu zorlukları aşmak için, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında farklı kültürel kimliklerle fakat hukuk ve fırsatlar açısından eşit bireylerin yaşayabilecekleri bir toplumsal, ekonomik ve siyasal çerçeve inşa edilmeye çalışılmıştır. Bu çabalar kültürel topluluklara toplumda belli mevki ve itibar tanımaktan çok bireylere özgürlük, hak ve toplumda yükselme fırsatları sunarak gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu, ABD Büyükelçisi’nin de işaret etmiş olduğu gibi Osmanlı millet sistemi benzeri bir yapı değildir. Öncelikle vurgulamak gerekir ki Osmanlı millet sisteminde topluluklar arasında da topluluklar içinde de birey düzeyinde eşitlik mevcut değildi. Osmanlı millet sistemi Müslüman, Ermeni, Rum ve Yahudi olmak üzere dört temel millet olarak tanımlanan cemaat ve onların örgütsel yapılarını esas alan bir toplum yapısına sahipti.
Müslümanlar arasında padişah ve hanedanın mensup olduğu Sünni – Hanefi mezhebi en üst düzeyde kabul görmekteydi; Şii Müslümanlara özellikle 16. yüzyıldan itibaren şüphe ve kuşku ile bakılmaktaydı. Ermeni Gregoryenler ve Katolikler, Rum Ortodokslar ve Yahudiler ise farklı cemaatler olarak örgütlenmişlerdi; meşru varlık nedenleri kabul edilmekle birlikte, toplumsal ve ekonomik açıdan Müslümanlarla eşit değillerdi. Kendi farklı mekanlarında ve kurumlarında yaşıyor, ibadet ediyor, ticaret yapıyorlardı. Müslümanlardan farklı vergilere tabidiler. Askerlik yapmıyor ama buna karşılık yıllar içinde giderek azalan miktarlarda vergi ödüyorlardı. Nitekim 1839 yılında Tanzimat Fermanı ilan olunduğunda açıklanan eşitlik vurgusuna Gülhane’de hatt-ı hümayunu dinlemekte olan kilise erkanı şiddetli tepkide bulunmuş, zamanın Britanya Büyükelçisi de hayretlere düşmüştü. Kısaca Osmanlı millet sistemi hiyerarşik cemaat ilişkilerinden oluşan farklılık içeren, cemaatler arası eşitsizlikler üzerine inşa edilmiş bir yapıdadır. Herkesin bir mevkii, statüsü, itibarı, yeri mevcuttur ve onun içinde kaldığı sürece kendi cemaatinin yasa ve iktidar yapısına uygun olarak yaşar. Bu durumda cemaatler Osmanlı hükümetinin istediği başta vergi olmak üzere desteği sundukları sürece meşru yerlerini korurlar. Bu ilişkiler içinde bireyin yeri belli bir cemaatin içinde ve ona, onun değerleri ve iktidarına gösterdiği teslimiyet ile sınırlıdır[1].
Cemaatçi örgütlenmelerin bu tür bir toplum örgütlenmesi içinde yeri sorunludur ve doğal olarak toplum düzeniyle çelişir ve hatta çatışır. Üstelik demokratik seçim gibi uygulamaların çalışması için bireysel karar alıp davranmak esastır. Bu esası bozucu etkiler, demokrasinin erdeminin de gerçekleşmesini engelleyecektir.
Oysa Cumhuriyet Türkiye’sinde her birey hukuk ve fırsatlar önünde eşit birer yurttaş olarak mevcuttur. Bireyler yurttaş olarak eşit hak ve özgürlüklere sahip oldukları gibi varlıklarını toplum içinde üyesi oldukları bir topluluk veya cemaate borçlu da değillerdir. Her birey yasalar önünde eşit hak ve hükümlülüklere sahip olarak siyasal süreçlere katılır. Bu tür bir siyasal rejim bireysellik içeren (infiradi) bir niteliktedir. Osmanlı toplumundaki cemaat üyesi olarak değer ve varlığa sahip bireyin tecemmüi (cemaatçi) statüsünün dışında ve ötesinde bir varlığa sahip olduğu kabul edilir. İşte bu ortam bir demokratik siyasal yapının gelişmesinde temel rolü oynar. Bu siyasal yapıda katılım bireyseldir ve bireyin bizatihi bir değeri vardır. Çağdaş demokrasi insanların siyasal kararlara katılmasına geniş olanak tanıdığı gibi, onlara güvenlik içinde onaylamadığı siyasal kararlara karşı çıkmasını ve değiştirilmelerine katkı vermesini de sağlar. Çağdaş demokrasinin dayandığı temel siyasal katılmadır. Hem bir iktidara destek vermek hem onun kararlarına karşı çıkıp değiştirmek siyasal hayata bireysel olarak katılmak sayesinde olur.
Çağdaş toplum, siyaset ve demokrasi bireyin etkili olarak yer aldığı karar alma süreçlerine dayalı olarak çalışır. Bu yapıda toplum bireyselliği ön plana çıkartan, eski tabirle infiradi bir içerikte örgütlenmiştir. Cemaatçi (tecemmüi) örgütlenmelerin bu tür bir toplum örgütlenmesi içinde yeri sorunludur ve doğal olarak toplum düzeniyle çelişir ve hatta çatışır. Üstelik demokratik seçim gibi uygulamaların çalışması için bireysel karar alıp davranmak esastır. Bu esası bozucu etkiler, demokrasinin erdeminin de gerçekleşmesini engelleyecektir.
Oysa, uygulanmakta olan neo-patrimonyal sultanizm rejimi hükümet sistemine destek devşirmek için Kürt ve Alevi Cumhurbaşkanı yardımcılıkları öneren bir yönetim pratiği önerisi yapılan bir ortamdayız. Yeni bir siyasal sistem tasavvurunda çağdaş demokrasinin gereklerini oluşturmaya yönelmek yerine, etnik veya mezhebi cemaatlerin yapı taşlarını oluşturduğu, 19. yüzyılın ilk yarısında terk edilmiş olan tecemmüi bir toplum esasına geri dönüşü andıran tasavvurlar siyasal liderler tarafından dillendirilmektedir. Bireyselleşme, demokratikleşme ve hukuk devleti oluşturmak üzerine bu kadar yol gidildikten sonra, tekrar tecemmüi bir topluma geri dönmeye çalışmanın 21. Yüzyıl dünyasında Türkiye’ye ne getireceğini anlamak ve anlamlandırmak bir hayli zordur.
Eğer siyasal temsili güçlendiren çoğulcu bir demokratik siyasete dönüş arzu ediliyorsa, o zaman barajsız en küçük artan formulüne dayanan bir seçim sistemi ve koalisyon hükümetleriyle yönetimi düşünmek, çağdaş ve çoğulcu bir demokratik yönetime yol açacaktır. Bu tür bir uygulama çağdaş olacağı kadar, demokratik de olacaktır.
Sonuç: Çağdaş Bir Toplum için Siyaset
Çağdaş bir toplum için siyasal sistem inşasında bulunulacaksa, burada bireylerin özgür düşünceleri ve korkusuzca fikirlerini ifade edebildikleri bir ortamda alınan siyasal kararlara doğrudan veya kendilerini temsilen seçtikleri vekiller tarafından katılmaları esastır. Bugünkü teknolojik gelişme düzeyi, eğitim ve bilimsel bilgi birikimi bireylerin siyasal hayata dair alınacak olan kararlara katkıda bulunarak yönetilmelerine, bir anlamda kendi kendilerini yönetmelerine hem olanak sağlıyor, hem de anlamlı kılıyor. Bireysel katılmanın egemen olduğu bir teknolojik gelişme düzeyinde bireylerin siyasal kararlarda yer almasını sağlayan katılma ve temsil, aynı zamanda demokrasinin de temel ögelerini oluşturuyor[2].
Bireyin katılması üzerinden sürdürülecek bir demokratik siyaset yerine, etnik ve mezhep bazlı toplulukların temsili anlamına gelebilecek, 19. yüzyıldan itibaren terk edilmeye başlamış olan bir çerçeveye geri dönmek hem bireysel beklentiler, hem de demokratik katılma ve temsil ile de çatışan bir içerikte olacaktır. Ülkemizin çağdaş bir demokratik katılma ve temsile olanak veren, bireysel katılma olgusunu teşvik eden bir anlayışla demokrasiye geri dönmesi dışında, sonuçları itibarıyla toplumu tatmin edebilecek bir cemaatçi tasavvura gereksinimi olduğunu gösteren bir olgu veya araştırma bulgusu da mevcut değildir. 19. yüzyılda terk edilmiş olan Osmanlı millet sisteminin bugünkü dünyada yaşayan bireylerin siyasal gereksinimlerine yanıt verebileceğini gösteren herhangi bir olgu da mevcut değildir. İsviçre, Belçika, Hollanda gibi ülkelerde mevcut olan çoğulcu bir kültürel ortamın toplumsal anlayışına dayanan oydaşma (konsensüs) temelli (consociational) demokrasi uygulamaları Doğu Avrupa veya Orta Doğu’da Yugoslavya’nın dağılmasında ve Lübnan’ın son elli yıllık siyasetinin acı hatıralarında görüldüğü gibi çalışmamaktadır. Türkiye’de de Balkanlar ve Orta Doğu’dan daha farklı bir sonuç çıkacağını beklemek için bir neden görülmemektedir.
Eğer siyasal temsili güçlendiren çoğulcu bir demokratik siyasete dönüş arzu ediliyorsa, o zaman barajsız en küçük artan formulüne dayanan bir seçim sistemi ve koalisyon hükümetleriyle yönetimi düşünmek, çağdaş ve çoğulcu bir demokratik yönetime yol açacaktır. Bu tür bir uygulama çağdaş olacağı kadar, demokratik de olacaktır. Ancak, iktidar konusunda sorunlu olan bir zihniyet ve tutum içinde bulunan siyasal seçkinlerimiz dolayısıyla bu tür bir yönetim uygulamasından siyaset erbabı, büyük iş çevreleri ve medya sahipleri başta olmak üzere bir çok seçmen bloku da tatmin olmamıştır. Ancak, siyasal seçkinler ve liderlerimiz bu konuda bir anlayış değişikliği ve demokratik olgunluk içinde davranmayı becerebileceklerse, yine demokrasinin bir türü olan çoğulcu demokrasiyle yönetim denenebilir. Bu konuda tercih hem siyasal seçkinlerimizin hem de siyasal liderlerimiz başta olmak üzere, seçmenindir. Bu kez makul bir çoğulcu liberal demokrasi rejimini sürdürmek istiyorlarsa, barış içinde ve kalkınmayı da göz ardı etmeyen bir çoğulcu, uzlaşmacı demokratik siyasal sistemle yönetilmeye yeniden yönelebiliriz.
[1] Daha fazla bilgi için bakınız: Kenanoğlu, M. Macit (2004) Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek (Aksaray, İstanbul: Klasik).
[2] Dahl, Robert (1971). Polyarchy: Participation and Opposition, (New Haven, Conn.: Yale Üniversitesi Yayınları)
İlginizi Çekebilir