Bağımsız gazeteciliğe karşı devlet memuru gazeteciliği
SİYASETİktidar bağımsız medya ve gazeteci değil sınırını kendisinin çizdiği devlet memuru gazetecilik istiyor. Sınırın dışında kalanları da hukuk aracılığıyla denetlemeye çabalıyor.
Meslek büyüğümüz Faruk Bildirici önemli bir habercilik başarısına imza attı.
Bildirici’nin ortaya çıkardığı gerçek, sadece meslekte olanların değil dışardan bakanların da bildiği/tahmin ettiği ama kanıtlayamadığı bir sırrın ifşasıydı.
Bildirici kendi web sitesinde konuyla ilgili yayınladığı yazısı; “... Bunun bir açıklaması var mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağının Washington’dan havalanmaya hazırlandığı saatlerde gazetecilerin uçakta soracakları sorular liste halinde bana geldi. Hem de soruların altında kimin o soruyu soracağı da yazıyordu.
Türkiye saatiyle 22.10’du sorular geldiğinde. Bu soruları, tanık olmaları için iki gazeteci arkadaşımla daha Erdoğan ile sohbetin açıklanmasından saatler önce dün gece ve bu sabah erkenden paylaştım. İletişim Başkanlığı’ndan Erdoğan’a sorulan sorular ve yanıtlarının medyaya gönderilmesinden sonra bendeki metinle karşılaştırdım! Gerçekten de bana saatler önce gelen sorular -sözcüğü sözcüğüne olmasa da- aynı şekilde Erdoğan’a sorulmuştu. Hatta soruların sıralaması da uyuyordu.
Gerçi daha önce uçaktaki gazeteciler, soruları kendilerinin belirlediklerini savundular ama eğer İletişim Başkanlığı ellerine hazır soru vermiyorsa nasıl oldu da bu sorular bana saatler öncesinden gelebildi? Umarım İletişim Başkanlığı ya da Cumhurbaşkanlığı’nın bu konuda bir açıklaması vardır.” şeklinde başlıyordu.
Bildirici’ye –muhtemelen yanlışlıkla gelen” bu mesaj, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yapılan söyleşilerde soruların önceden hazırlandığı bir anlamda kanıtlamış oldu.
Bu durum, sadece uçakta değil, muhtemelen TV yayınları için de geçerlidir.
Hoş Bildirici’nin de yazsında ifade ettiği gibi sorular birebir aynı olmasa da benzerlik büyük.
Dahası böylesine önemli bir görüşme sonrasında mesela Gazze ve İsrail konusu başta olmak üzere sorulabilecek pek çok sorunun uçaktaki gazeteciler tarafından sorulmamış olması da kuşkusuz gazetecilik açısından not düşülmesi gereken başka bir talihsizlik.
***
Peki neden?
Neden Cumhurbaşkanına sorulacak sorular kamu görevlileri tarafından belirlenip, gazetecilere önceden dağıtılır?
Bu soruların cevaplarını bilmesek de tahmin edebiliyoruz.
Bütün bu çabanın yani medyanın tam anlamıyla kontrol edilmesinin tek bir açıklaması var; ülkenin yaşadığı gerçekleri değil iktidarın tanımladığı gerçekleri topluma sunmak.
Bunu gerçekleştirmek için iktidar, devlet imkanlarıyla “kapalı devre yayın sistemi” kurarak, medyanın yüzde 95’ini kontrolü altına almış durumda.
Kalan yüzde 5’i de yargı yoluyla bir sınır içinde tutmaya gayret ediyor.
Açık biçimde bu kapalı devre yayın sistemi, iktidar tarafından bir “propaganda makinası” olarak kullanıyor.
Ve bu propaganda makinasıyla iktidar, topluma kendi “gerçekler”ini sunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her açıklamasının aynı anda onlarca TV’de yayınlanması bu yüzden.
Ya da bizim vergilerimizle TRT için çekilen tarihi gerçekleri kendi perspektifinden yeniden üreten ve geçmişin yüceltilmesi yoluyla toplumun geçmişe öykünmesine sağlayarak gerçeklikten koparan dizler bu yüzden.
Bu dizilerin TRT’de yayınlandıktan kısa bir süre sonra özel kanallarda dolaşıma sokulması bu yüzden.
Ya da sayısı, 25-30’u geçmeyen akademisyen, köşe yazarı, kanaat önderinin bu kanallar arasında dolaşması ve her yerde aynı şeyleri anlatması bu yüzden.
Bunları çoğaltmak mümkün.
Her şey rağmen devasa büyüklüğe sahip bu kapalı devre yayın sisteminin toplumsal etkisi her gün azalsa da devam ediyor.
Bu anlatılanlara ikna olanlar; ideolojik olarak muhafazakâr olanların yanısıra, iktidar değişiminden korkan siyaseten muhafazakâr kesimlerden oluşmaktadır.
***
Cumhurbaşkanına sormak üzere önceden kendilerine verilen soruları kendine gazeteci diyenler nasıl kabul eder ve sorar?
Açıkçası bunun parçası olanlar, “gazeteci” olsalar da iktidarın sınırını çizdiği şekliyle “devlet memur gazetecilik” yapmaktadırlar.
Ve iktidar kontrol ettiği medyadan da bunu talep ediyor.
Buralarda çalışan ve hala gazetecilik yapmaya çalışan pek çok arkadaşın varlığını biliyoruz. Onların da sırf bu nedenle vitrinde olamadıkları da.
Bu yüzden ülkede yaşanan “gerçekleri” kısıtlı imkanlarla kamuoyuna sunan yüzde 5’lik medyanın kamusal gücü ve etkisi, iktidar kontrolünde olan yüzde 95’lik medyadan çok daha fazla.
O yüzden hukuk bir cezalandırma aracı olarak kullanılıyor bu medya için.
Sadece gazeteciler değil, iktidara bir biçimde eleştirel bakan herkesin başında hukuk, demokles kılıcı olarak sallandırılıyor.
O yüzden, alternatif her medya arayışına sahip çıkılmalı.
İlginizi Çekebilir