© Yeni Arayış

Avrupa'da "yeni öteki" müslüman göçmenler üzerinden kimlik tartışmaları 

Göç karşıtı gösterilerde en aktif rolü, tabii ki yabancı düşmanlığını siyasi sermayeye dönüştürmeye çalışan ve bu alanı hunharca, arsızca yağlamayan aşırı sağcı partiler üstleniyor.

Avrupalı faşistlerin, uzun yıllardır devam eden, "Yahudilerin yerine acaba kimi ikâme etsek" arayışının artık sona erdiği anlaşılıyor. Yeni "öteki", yeni "düşman" müslüman göçmenler. Müslüman göçmenler kıtada yaşanan her türlü olumsuzluğun birincil nedeni olarak gösteriliyor. Neofaşist partiler için oldukça konforlu bir durum bu.

Avrupa Birliği ülkelerinde binlerce kişiyi bir araya getiren, "Göçmenleri geri gönderin" konulu gösteriler ya da toplantılar kıtanın siyasetini, toplumsal dokusunu derinden ve yeniden şekillendiriyor. Farklı kentlerde, farklı iklimlerde aynı slogan yankılanıyor: "Göçmenleri geri gönderin..."Yoğunlaşma ve büyüme potansiyeli yüksek olan bu türden toplumsal hareketleri, salt göç politikalarıyla değil Avrupa demokrasisinin geleceğiyle de doğrudan bağlantılı değerlendirmek gerekiyor.

Bununla birlikte ekonomik sıkıntılar da göçmenlere yönelik öfkeyi büyütüyor. Yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik korkusu, halkın kaygılarını ve öfkesini köpürtüyor. Fakat bu öfke çoğu zaman hükümet politikalarına toplumun en kırılgan gruplarından biri olan göçmenlere yöneliyor. Alman Siyaset Bilimci Wolfgang Merkel, bu konuya ilişkin olarak, "Göçmen karşıtlığı, ekonomik krizlerin kolay hedefidir. İnsanlar sorunların kökenini karmaşık ekonomi politikalarında aramak yerine basit ve görünür bir hedef seçiyor: Yabancılar..." yorumunu yapıyor.

Göç karşıtı gösterilerde en aktif rolü, tabii ki yabancı düşmanlığını siyasi sermayeye dönüştürmeye çalışan ve bu alanı hunharca, arsızca yağlamayan aşırı sağcı partiler üstleniyor. Almanya'da neonazi partisi AfD, Fransa'da Marine Le Pen'in RN'i, Hollanda'da Geert Wilders'ın PVV'si bu sürecin başlıca aktörleri arasında yer alıyor. Bu partilerin günlük sosyal medya paylaşımlarının üçte ikisi müslüman göçmenlerle ilgili oluyor. Bu konuda, Wall Street Journal'da yer alan bir analiz yazısında şu dikkat çekici ifade kullanıldı: "Popülist ve aşırı sağ partiler; yüksek göç, enflasyon ve durgun ekonomik büyümenin yarattığı öfke dalgası sayesinde Avrupa'nın en büyük ekonomilerinde aynı anda ilk kez öne çıkıyor." Bu öne çıkışın hayırlara vesile olmayacağını, ABD'nin neofaşist Başkanı Donald Trump'ın uygulamalarından görüyoruz. Sokak ortasında, esas olarak kontrgerilla grubu olan ICE tarafından kaçırılan göçmenler, hiçbir sebep gösterilmeden vizeleri iptal edilen yabancı öğrenciler, bilim insanları vs... Avrupa'da da neofaşistlerin gücü ele geçirdikleri ülkelerde bu sahnelerin benzerlerinin yaşanacağından kimsenin şüphesi olmasın. Tüm gelişmeler, göç karşıtlarının gösterilerinin, sadece sokak hareketi değil aynı zamanda siyasal bir dalga olduğuna işaret ediyor.

MÜSLÜMAN GÖÇMENLERİ YENİ "ÖTEKİ"

Avrupalı faşistlerin, uzun yıllardır devam eden, "Yahudilerin yerine acaba kimi ikâme etsek" arayışının artık sona erdiği anlaşılıyor. Yeni "öteki", yeni "düşman" müslüman göçmenler. Müslüman göçmenler kıtada yaşanan her türlü olumsuzluğun birincil nedeni olarak gösteriliyor. Neofaşist partiler için oldukça konforlu bir durum bu. Göçmenler aleyhindeki gösterilerde yapılan bir çakallığa da ayrıca dikkati çekmek istiyorum. Her ne kadar sloganlarda genel olarak "göçmenler" ifadesi kullanılsa da gösterilerin kültürel kodlarının büyük ölçüde Müslümanları hedef aldığı anlaşılıyor. İslam karşıtı söylemler, gösterilerde sık sık kendini gösteriyor. İslam araştırmalarıyla tanınan tarihçi Yasemin Shooman, "Avrupa'daki göçmen tartışması artık sadece sınır güvenliği ya da iş gücü meselesi değil. Bu, kültürel bir kimlik tartışması ve merkezinde Müslümanlar var" diyor. İsabetli bir değerlendirme. Mesele bundan ibaret. Shooman'ın tespiti, medya araştırmalarıyla da doğrulanıyor. MDPI dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre, Avrupa medyası İslam'ı çoğunlukla "savaş ve terör dini" olarak yansıtıyor. Bu temsiller, kamuoyunda Müslümanlara yönelik olumsuz algıyı hem köpürtüyor hem de pekiştiriyor.

Diğer yandan,  bahse konu gösterilerin büyümesinde sosyal medyanın rolü oldukça kritik. İngiltere'deki Southport kentinde bıçaklı saldırının ardından yapılan bir araştırma, Telegram'da anti-İslam söylemlerin yüzde 276, anti-göçmen söylemlerin ise yüzde 246 arttığını ortaya koydu. ISD Global tarafından yayımlanan bir diğer raporda ise "Dijital alan, nefretin ve dezenformasyonun katalizörü haline geldi. Sokaktaki öfkenin sanal ortamda beslendiği ve büyütüldüğü açıkça görülüyor" denildi.

"YENİDEN GÖÇ" TARTIŞMASI ALMANYA'YI SARSTI

Bunların yanı sıra, göçmen karşıtı söylemler yalnızca mitinglerde değil kapalı kapılar ardında da şekilleniyor. Bu önemli bir gelişme. Kasım 2023’te Almanya'nın Potsdam kentinde yapılan gizli bir toplantıda neonazilerin, "remigration" yani "yeniden göç" planlarını tartıştığı ortaya çıkmıştı. Bu plan, milyonlarca göçmenin -Almanya'da doğmuş olanların bile- ülkeden kovulmasını öngörüyordu. Neonazilerin üzerinde çalıştığı bu planın, Hitler'in soykırım projesinden tek farkı, insanların toplama kamplarına değil de başka ülkelere sürülmesini önermesiydi. Bu meşum toplantının basına sızması üzerine ülkede geniş çaplı protestolar başladı. Ocak 2024'te Berlin'de ve diğer şehirlerde milyonlarca insan, "Nazilere karşı birlik" sloganıyla sokaklara döküldü. The Guardian gazetesi, o günlerde yaptığı bir haberde, bu protestoları, "Almanya'da demokrasinin en büyük sivil savunması" olarak değerlendirmişti. 

Bununla birlikte, göçmen karşıtı mitingler elbette tek yönlü değil. Karşı mahalle de hareketli. İngiltere'de Stand Up To Racism gibi örgütler, "Refugees Welcome" pankartlarıyla sokaklarda gösteri yapıyor. Fransa'da sol hareketler ve sendikalar, göçmenlere destek gösterileri düzenliyor. Brüksel Üniversitesi'nden Siyaset Bilimci Chantal Mouffe, buna ilişkin, "Avrupa'da şu anda iki karşıt dalga var. Biri dışlayıcı milliyetçilik diğeri ise dayanışma ve insan hakları söylemi. Kıta, bu iki dalganın çatışmasında yönünü bulacak" tespitinde bulunuyor.

Öte yandan, göçmen karşıtı söylemlerin yaygınlığı ve yoğunluğu ülkeden ülkeye değişiyor. 1990–2017 yıllarını kapsayan bir araştırmaya göre, Batı Avrupa'da anti-Müslüman tutumlarda kısmî bir azalma görülürken, Doğu Avrupa'da bu tutumların ciddi şekilde arttığı tespit edildi. Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı (FRA) 2024 raporunda, Avrupa'daki Müslümanların yaklaşık yüzde 50'sinin son bir yıl içinde ayrımcılığa maruz kaldığını bildirdi. Raporda, "Müslüman karşıtı ırkçılık, Avrupa genelinde kaygı verici boyutlara ulaştı" ifadesi kullanıldı. Rakamlar, ırkçı yaklaşımların dehşet verici bir şekilde güçlendiğine işaret ediyor. 

Bu bağlamda, göçmen karşıtı hareketlerin yükselişi, sadece göç politikalarının değil Avrupa demokrasisinin de geleceğini tehdit ediyor. İnsan hakları örgütleri, sık sık bu söylemlerin kamusal alanda normalleşmesi halinde demokratik değerlerin altının oyulacağı uyarısında bulunuyor ancak normalleşmeye de başladı aslına bakarsanız. Almanya'da gündelik hayatta çok sayıda ırkçı saldırı rapor ediliyor. Bunlar bazen sözlü bazen de fiziksel oluyor. Bu saldırıların "çaktırmadan" yapılanları da var. Göçmenlere ev kiralamamak, staj imkânlarını Almanlara kullanmak, okullarda aynı hataları yapan Alman ve göçmen öğrenciden Alman'ın hatasını görmezden gelip göçmenin puanını kırmak vb...

Sonuç olarak, göç ve göçmen karşıtı gösteriler, Avrupa'nın bugünkü sorunlarının bir yansıması olduğu kadar, geleceği için de kriter olacak. Ekonomik kriz, sosyal medya manipülasyonları, siyasal popülizm ve kimlik tartışmaları birleşerek güçlü bir ırkçı dalga yaratıyor. Bu dalga, kıtayı iki ihtimal arasında bırakıyor: Ya dışlayıcı milliyetçiliğin hâkim olduğu bir siyasal düzen, ya da dayanışma ve demokratik değerlerin güçlendiği bir Avrupa. Bu çok zorlayıcı bir denklem. Yerli nüfusu giderek yaşlanan, doğum oranlarının oldukça düşük olduğu Avrupa ülkelerinde ekonomilerin ayakta kalabilmesi yabancı iş gücü transferlerine bağlı. Bundan kaçış yok. Ekonomiden daha yüksek pay almak için göçmenlerin kovulmasını isteyen ırkçı göstericiler, ayrılan hiçbir göçmenin yerinin doldurulamayacağını ve ekonominin yıkıcı krizlerle baş edemeyeceğini görecek ya da anlayacak akla ve ferasete sahip değiller doğal olarak. Ağızlardan tükürük saça saça, "Ausländer raus - yabancılar dışarı" diye bağıran ve muhtemelen sosyal yardımlarla geçinen bir Alman neonazinin, o sosyal yardımların verilmesinde göçmen işçilerin emeklerinin payı olduğunu anlamasını beklemiyoruz elbette. O sadece faşistliğinin gereğini yerine getirerek, nefret kusmaya devam ediyor. Siyaset Bilimci Ivan Krastev'in ifadesiyle, "Avrupa'nın bugün verdiği göç sınavı, sadece göçmenlerin değil Avrupalıların kim olduğunu da belirleyecek." Tablo, çok sayıda Avrupalının arkaik-vahşi  duyguların cazibesine kapıldığını gösteriyor. Bu şekilde devam edilirse ırkçılık ve faşistlikten kaynaklı "utanmanın" adeta ata sporuna dönüştüğü yaşlı kıta Avrupa, bu alanda rekorlara imza atmaya devam edecek gibi duruyor.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER