Amerikan usulü intihar
DIŞ POLİTİKAAmerikan modeli sadece ekonomik ve askeri gücüyle değil, adalet ve demokrasisine dayanan meşruiyeti ile dünyanın pek çok halkına örnek olmuştur ve Avrupa ile dünyanın halklarına bir “ideal” alternatif oluşturmuşlardır. Bugün Yetenekli Bay Trump’ın yıkmak üzere olduğu gerçeklik budur.
Bazen devletler de intihar eder.
Amerika Birleşik Devletleri çok kendine özgü bir devlettir.
O devleti kuranlar, adım adım kurarken icat edenler değildir.
Onlar, yani Öncüler, zihinlerinde hazır bulunan “en iyi” devlet modelini kurmuşlardır.
“We the people of the United States…” diyerek başladıkları Amerikan Anayasası halk tarafından ve gerekirse onların silahlarıyla korunan bir metindir. Daha sonra o metin “iyi yönetimin uluslararası bir modeline dönüşecek, bütün uluslar onu örnek almaya çalışacaktır.
Yıllar içinde her ne kadar pratik olarak yönetim ve devlet yapısı kimi deformasyonlara uğradıysa da bu “Özgür Kuruluş” geleneği halkın ideallerinde hala önemli ölçüde canlıdır.
Bütün bunlara rağmen Amerikan Demokrasisi bugün yaralı ve önemli ölçüde oligarşiye dönüşmüş bir yönetim biçimi olmaktan kurtulamamıştır.
Ben bu yazımda bu demokrasinin Yetenekli Bay Trump yönetimine girdikten sonra dış politikada girdiği biçimlere kısaca bakmak istiyorum.
Bilindiği gibi Amerikan modeli sadece ekonomik ve askeri gücüyle değil, adalet ve demokrasisine dayanan meşruiyeti ile dünyanın pek çok halkına örnek olmuştur ve Avrupa ile dünyanın halklarına bir “ideal” alternatif oluşturmuşlardır.
Bugün Yetenekli Bay Trump’ın yıkmak üzere olduğu gerçeklik budur.
Daha Başkan seçilmeden önce Trump’ın AB politikalarının rengi belliydi. Hemen her konuşmasında Trump AB’nin çürümüş bir birlik olduğunu söylüyor, liderlerini becerisizlikle suçluyor, bazı otoriter yönetimli birlik üyelerini birlikten uzaklaştırmaya çalışıyordu. Ona göre Macaristan, Polonya, İtalya, Avusturya bu birliğe inanmayacak kadar “akıllı” yönetimlere sahipti ve orada bulunuşları geçici idi. Her fırsatta tekrarladığı bu yaklaşım birliği zayıflatıyor ve kibirli AB yöneticilerini kızdırıyor, uzaklaştırıyordu. Trump bu durumu önemsiyor gibi görünmüyor, aşağılayıcı tavırlarını sürdürüyordu.
AB liderlerinden “Bu adam, bu kadın” diye söz etmeye devam ediyor, toplantılarda onları parmakla gösteriyor, toplantılarda bazen komik mizansenlere başvuruyordu. Sık sık uyguladıkları politikaları eleştiriyordu.
Polonya ve Macaristan’ı uyguladıkları göç politikaları nedeniyle överken Almanya, İngiltere ve İsveç’i eleştiriyor buraların bu politikalar nedeniyle yaşanmaz hale geldiğini söyleyebiliyor kamuoylarını dahi doğrudan hedef alabiliyordu.
Ukrayna konusunda eleştirilerini arttırıyor AB’yi destek vermemekle suçluyor, aynı zamanda kendisi Ukrayna’ya en kritik destekleri vermekten dikkatle kaçınıyor ve Ukrayna’yı toprak vermeye zorluyordu.
Öte yandan Kanada’yı ve Danimarka’yı tuhaf toprak talepleri ile adeta işgalle tehdit ederek Batı’ya karşı da saldırgan olabilecek bir ABD tablosu ortaya koyuyordu.
Bütün bunlar denk karşı tavırlarla karşılanmıyor bu da onu cesaretlendiriyordu.
İsrail politikalarına ve Gazze’deki soykırıma verdiği açık destek ile dünyanın diğer bütün ülkelerine kendilerinin “öldürme ve işgal serbestisine” sahip olduğunu ima ediyordu.
Yani Avrupa, Ortadoğu’da dikkat ve endişe ile izlenmeye başlanmıştı. Tayvan konusunda izlediği belirsiz politika Japonya, Güney Kore ve Tayvan’da da kaygıyla izleniyor, Uzak Doğu Asya bu listeye ekleniyordu. En nihayet Venezuela’yı ablukaya almak ve saldırıyla tehdit etmek suretiyle bütün Güney ve Orta Amerika’da derin bir kaygı ve hatta yüksek bir düşmanlık duygusu yaratıyordu.
ABD dünyanın her tarafındaki müttefikleri nezdinde güvenilmez ve çürük müttefik algısına bu savrulmalar sonucunda vardı. NATO üyeleri için antlaşmanın 5.Maddesi bir anlam yitimine uğradı ve üyeler gözünde hemen hemen tüm anlamını yitirdi. AB hızla savunma programları geliştirmeye, savunma bütçelerini astronomik ölçülerde artırmaya başladı. 2. Dünya Savaşı sonrasında en korkulan şey olan Almanya’nın yeniden silahlanması artık bütün dünyanın kabul ettiği bir durum haline geldi.
Bu noktadan sonra dünyanın yakın geleceğinin nasıl şekilleneceği son derece belirsizdir. Hiç beklenmedik antlaşmalar 2.Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi ortaya çıkabilir. Rusya’nın eski Sovyet Cumhuriyetlerini içermeden kendisini savunmakta büyük zorluklarla karşılaşacağı ortaya çıkmıştır ve belki de Rusya Ukrayna savaşını bitirmeden dahi bu konuya eğilmek zorunda kalabilecektir.
Çin Avrupa’da zaten vardır ve bu etkinliğini mutlaka artıracaktır. AB ile Çin arasında kategorik bir karşıtlık yoktur ve ABD bu hususta son derece olumsuz davrandığı AB’den bir “açık çek” alabilecek durumda görünmemektedir.
Güney Amerika da bu kez ABD korkusu ile silahlanmaktadır ve bu silahlanma ABD’yi rahatsız etmektedir.
Türkiye aslında hiç de küçümsenemeyecek ekonomik ve teknik gücünü önemli ölçüde silahlanmaya yöneltmiş ve bu alanda dikkat çekecek başarılar sağlamıştır. Türkiye’nin bu gidişatın bir yerinde AB savunma stratejisinin önemli bir ortağı ve sonrasında da AB’nin saygın bir üyesi olması imkânsız görünmemektedir.
İsrail, İran karşısında çuvallamış, “yenilmezlik” illüzyonu büyük bir darbe almıştır. ABD olmaksızın Ortadoğu’da bir İsrail varlığının çok zorlaşacağı görülmüştür.
Kısacası Yetenekli Bay Trump, ABD’nin bütün avantajlarını bir mirasyedi zekasıyla kısa sürede yemiş bitirmiştir. Bu da ABD usulü intihar olmalıdır.
İlginizi Çekebilir