© Yeni Arayış

19 Mart’tan sonra hâkimiyet kimindir?

19 Mart’ta hükümetin gelecek seçimlere yargıyı kullanarak yaptığı darbeden sonra, 23 Nisan 2025’te insanlar haklı olarak şu soruyu sordular: Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin midir?

Şu cümleyi kuramıyorsunuz: “İmamoğlu suçlarından dolayı yargılanıyor.” Çünkü bu cümleyi yargı mekanizması da kuramıyor. İktidarın tecrübeli aktörleri, Bahçeli ve Erdoğan, bugüne kadar süreçleri yönetmesini, anlamı belirlemesini bilen insanlardı. Ancak şu an onlar da bunu başaramıyorlar. Bu karmakarışıklık hâli illa ki halkın lehine çözülecek diye bir şey yok ve panik atak krizinde tıpkı kişi kendine nasıl zarar veriyorsa, halka da iktidara da bu süreçte ciddi zararları olabilir. 

19 Mart’ta hükümetin gelecek seçimlere yargıyı kullanarak yaptığı darbeden sonra, 23 Nisan 2025’te insanlar haklı olarak şu soruyu sordular: Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin midir?

Hâkimiyet, cumhuriyetin kurucularının kastettiği şekliyle sınırları belirlenmiş bu topraklarda kural koyma gücüydü. Hukukî tanımı buydu, halkın haklarıyla ve kabiliyetiyle, meşruluğun düzlemiyle alakalıydı, Osmanlı sonrası devlet bir halk hareketiyle kurulduğu için, sadece askeri dar bir kadronun ihtilali olmadığı için meşruiyetini halktan alacak, cumhuriyet olacaktı. Aksi hâlde cumhuriyet nasıl mümkündü ki? Hâkimiyet milletindir cümlesi, her ne kadar halkın direkt katılımını hissettirse de pratiğe konuş şekli halkın temsili olarak kural koyma ve yasama hakkıydı. Bu hak ve görev, halkın seçtiği temsilcilere verilmişti. Burada dikkatli olmakta fayda var, zira halkı temsil etmek için seçilmek zorunda değilsiniz. 

Bir kral da tebaasını temsil edebilir. Ancak bu tebaanın krala nazaran daha az insan olduğu, daha az fail olduğu, hayatının çok kısıtlı bir alana hapsolduğu bir durum yaratır. Hakimiyet, yurttaşın yurttaş aracılığıyla, insanlık derecesi bakımından eşit olarak temsil edildiği bir şekilde son kertede milletin ki bu yüzden de seçme/seçilme/protesto haklarını anayasal güvenceyle haiziz. Kâğıt üzerinde. Halktan oluşan, halk için, halk tarafından bir hükümetin yönettiği sistem: Cumhuriyet.

Bu tanımlamaya baktığım zaman, cumhuriyetin kuruluşunda ortaya atılan toplum sözleşmesi, ki bu toplum sözleşmesi aslen Kurtuluş Savaşı süresinde ve daha da geriye gidersek 19. yüzyıldan alınan Türk Modernleşmesi sürecinde müzakere edilmeye başlanmışsa da bugün değiştiğini, ihlal edildiğini, anlamsız temsiller deryasında yüzdüğünü söylemek mecburiyetindeyim. Zaman değiştikçe, iletişim araçları ve hız arttıkça meşruiyetin, egemenliğin ve halkın net kavramlar olmadıkları, hakikat değil de tanımlara dayalı iddialar olduğu daha çok göz önüne çıktı. Böylece günümüzün popülist siyasetçileriyle baş başa kalabildik.

Nasıl?

Hükümet ile iktidarı birbirinden ayıralım. Kavramsal olarak farklı şeyler olsa da bugünün iktidarını hükümet olarak atfedebiliriz. Ancak elle tutulmayan, kaçıp gidebilen bir şeydir, çünkü materyal bir şey değildir iktidar, kağıt para değildir örneğin. Hükümeti iktidar yapan şey, yani özneleri şekillendirebilen, kendi eğitim kurumlarını, normlarını, kurallarını ortaya attıran şey hükümetin toplumsal varlık, temsil ve anlam mekanizmalarına el koymasıyla gerçekleşebilecek bir şey. Az önce kurduğum cümlenin ortası M. Foucault’nun [Fuko şeklinde okunur] iktidar (poivoir) teorisine ve kapsamlı incelemesine dayanırken, son kısmı benim Foucault’nun iktidar teorisine getirdiğim güç (puissance) eleştirinin parçası. İktidar olurken egemenlik, halk oyu-meşruiyet ve bunun araçları stratejik bir hâle geliyor, yani usulle, yöntemle alakalı bir şey haline geliyor (ya da apparatus). 

Bilim gibi, bilim bilginin dümdüz üretilmesi değil, belli yöntemlerle üretilmesi anlamına gelir. Bu yönetici mekanizmayı da hükümet (Devletin bir erki) yapan şey usuldür. Seçimde usül, atamada usul. Bundan bağımsız olması beklenen ama asla bağımsız olamayan yargı da kendince farklı usülleri olan bir organdır. Şöyle düşünelim, bir jeoloğun bilgi üretme yöntemi ile bir tıp doktorununki aynı değildir. İkisi de bilim yapsa da yöntemleri çok farklıdır. Devlet şemsiyesi altında hükümet ve yargıyı da böyle düşünebiliriz.

Bir grup insan toplumu ilgilendiren kaynaklara el koyuyorsa toplumu şekillendiren bir konumda olması gerekir ki bu iş “zorla alıkoyma”dan, “haraç kesme”den ve “mala çökme”den ayrı değerlendirilebilsin. Toplumun alt sınıflarını ilgilendiren, geniş kesimlerini ilgilendiren konular yönetime tabi sayılır ve iktidar olanakları verilen yönetici mekanizmasının gücü (ne amaçla olursa olsun neyin görünüp görünmeyeceği, ortadan kaldırılması ya da üzerinin örtülmesi) kullanması beklenir. 

Kendi tartışmalarımızdan son derece yakinen bildiğimiz, mala çökmelerin mafya eliyle bir başka burjuvanın malına çökmesi durumunda toplumun bu konuya çok fazla göz atmadığını görürsünüz. Bu da mafyanın kendini korumak için sosyal medya influencerlığına soyunmasına yol açmıştı, fakat ne zaman ortak kaynaklar dağıtılmaya başlansa, yöneticiler bunu tamamen ortadan kaldıramayacakları için görünmez kılmaya çalışırlar. 2023-2024 yargıtay ihlalleri, Türkiye’de yıllardır süregelen pek çok ihale ve yargı süreci bu mantıkla işledi. Peki, bu mantığın milli egemenlik ile ne alakası var?

Türkiye cumhuriyetin ilk yüzyılında bu iki ucun da yaşandığına dönem dönem şahit oldu. Şimdiyse egemenliğin tamamen iktidar lehine işlediği bir zoraki müzakere dönemine girildi. İktidar en az on yıldır siyasetin ne olduğunu tanımlayabiliyor, bunu geniş kesimlere kabul ettirmese de tepki çekmeyebiliyor. 

Ne Alaka?

Kaynaklara ve neyin var olup olmayacağına fakat esasında neyin gerçek olup olmayacağına dair söz söyleyebilen bir organ, beden, kişi, güruh varsa buna muktedir/egemen denir. Türkiye bunun yalnızca hukukla alakalı olan bir şey olmadığını göstererek aslında Schmitt’çi (yani yasal düzeyde istisnaya karar veren kişi egemendir) tanımların yeterli olmadığını gösterdi. Egemenliğin halka verilmesi toplumu ilgilendiren süreçlerde ya yönetici grubu kısıtlayacaktı ya da yönetici grubun (Foucault’cu manada) iktidar olup egemenlik taslamasıyla sonuçlanacaktı. Bu temel çatışma, yöneticileri de halkı da kısıtlayıcı bir iki uç arasında dönen bir mekanizma ortaya çıkardı:

1- Yönetici grup muktedir olmaya çalışacak ancak her düzeyde kısıtlayıcı güçlerle karşılaşıp bu temel çatışmayla yönetim süreçleri devam edecek. Kısıtlayıcı güçler hiçbir zaman elimine edilemeyecek ve halk denge denetim mekanizmalarını canlı tutacak, siyasete düzenli katılacak (checks and balances, civic society).

2- Halk bu gözetme işinden istifasını isteyecek, keyif almaya (juissance, Zizek) bakacak (Türkiye’de sosyal medya bunu hizmet bağımlılığı diye adlandırdı), dolayısıyla popülist ve/veya otoriterliğe izin verecek.

Böylece gördüğümüz şey kısıtlayıcı güçlerin, yönetim şekli ne olursa olsun, oynayabildiği bir müzakere ve performans alanı olacağı: siyaset. Bu sayede de kaynaklardan yaşam biçimine, toplumla yönetici mekanizma arasında siyaset adı verdiğimiz bu müzakere düzlemi gerçekleşecekti. Türkiye cumhuriyetin ilk yüzyılında bu iki ucun da (halkın çoklu bir aktör olarak müzakere masasında olması veya yöneticilerin iktidar olması) yaşandığına dönem dönem şahit oldu. Şimdiyse egemenliğin tamamen iktidar lehine işlediği bir zoraki müzakere dönemine girildi. İktidar en az on yıldır siyasetin ne olduğunu tanımlayabiliyor, bunu geniş kesimlere kabul ettirmese de tepki çekmeyebiliyor. 

Peki, ya sonra?

Seçme seçilme hakkı, kanal İstanbul, madenler, ören yerleri, işçi hakları… Tüm bunlar “hakimiyet milletindir” ilkesi üzere siyasetin konusudur. Siyasidirler, bunlar üzerinde söz söylemek gerçeklik üzerine söz söylemek anlamına gelir, varlık ve yokluk adına karar vermek anlamına gelir. Bu bakımdan Murat Bardakçı’nın Kanal İstanbul’un siyasi bir mesele olmadığını söylemesi, depremin pek çok kez siyasi bir malzeme olmadığının söylenmesi bu bakımdan anlattığım sürecin bir parçası. 

Varlığı ve yokluğu ilgilendiren, toplumun gördüğü her şey esasen milletin egemenliği altındadır, bu da bütün bu süreçlerin müzakere edilmesi gerektiğini söyler. Yönetim şeklinden ve eşitlikten bilerek buraya kadar bahsetmedim. Çünkü takıldığım nokta temel kavramlar, bunların ahlaki boyutları değil. İktidarın yaptığı şey, milletten saklayamadığı süreci normal bir hâle de sokamadan, gözlerden saklayamadan gerçekleşti. 

Konuştuğumuz ve unutturulmaya çalıştığımız, usulün ve erkânın yitip gittiği güncel konulara bakalım: İmamoğlu Davası, Kanal İstanbul, Çözüm Süreci, Toplumsal Çözülme, Depremler ve Yıkım, Aile Kurumunun Mikro iktidarı. İktidar hiçbirinin görünürlüğü, anlamı, anlatısı üzerinde tamamen kontrol sahibi olamadı. Muhalefet de,toplumsal muhalefet de… İktidarın değişimi bu anlatılar üzerinde kontrol sahibi olabilmekle mümkün, meşruiyet buradan geçiyor. Bu yüzden “hakimiyet milletin midir, değilse kimindir, nedir?” konusunu tartışmak zorundayız. Aksi hâlde önceki yazılarda önerdiğim muhalefet için yol haritaları anlamsız kalır.

19 Mart önemli bir eşik çünkü o günkü zor kullanma mekanizması tüm halkı ilgilendiren süreçle ilgili, egemenliğin kayıtlı şartlı da olsa milletle bir alakası olması için iktidarın hiç müzakere etmeden yaptığı bir hamleydi. Usulün git gide yok olduğu, usul konusunda çuvallayan bürokrat ve yargı mensuplarının birbirini suçlayıp sızıntılar yayınladığı ve kendilerini güçlü kılmak için görünürlük araçlarına yanladığı bir süreçteyiz. Akın Gürlek’ten bahsediyorum aslında, yargının İmamoğlu davasını önce bir usule uydurmayı başaramadığı, sonra medya araçlarına yanladığı, sonra belge sızdırdığı, dedikoduya da bulanan bir karışıklık hâli görüyoruz. 

Üretilen sinyal (suç tutanakları) bir anlam (suçun isnadı) üretemedi. Bu kadar araca rağmen üretilemedi. Bu da iktidarın “gerçek olan şudur (devlet, devletin düşmanları, hain muhalifler, beka meselesi)” söylemlerinin çözülmeye başlaması demek. İktidar için tek çözüm bir iktidar çatışmasını daha içinde barındırıyor: Yargıyı ve kuralı değiştirmesi gerek, bunun için de hakimiyetin kimin olduğunu belirlemesi gerek.

 Bu karmakarışıklık içerisinde iktidar daha üst anlatılara sığınıyor. Ancak bu üst anlatılar da birbirine karışıyor: Devlet bekâsı, liyakat, hakikat, çözüm süreci, milli bağımsızlık, siyasi temizlik, vb. 

Anlam Karmaşası ya da Anlamın Kaynaması

Hükümet iktidar olduğunda anlam üretme, görünme araçlarını ele geçirdiğini söylemiştim. Medya, söylem, sokak, TV… Tüm bu araçlarla çok fazla sinyal üretildi, çok fazla görüntü, yazı, başlık, tweet… Karmakarışıklık hâli mevcut. Halbuki, hatırlayın, 15 Temmuz sonrası süreçte böyle miydi? Sinyaller daha az, anlam daha netti. Karmakarışıklık anlam üretilmemesi bir sinyal üretilmediği anlamına gelmez, tam aksine çok fazla sinyal üretilmiştir ancak anlamın var olabilmesi için bu sinyallerin gerçeklikle özdeşleşmesi gerekir. Bu karmakarışıklık içerisinde iktidar daha üst anlatılara sığınıyor. Ancak bu üst anlatılar da birbirine karışıyor: Devlet bekâsı, liyakat, hakikat, çözüm süreci, milli bağımsızlık, siyasi temizlik, vb. 

Tüm bu anlatılar panik atak geçirir gibi üretilen, hızlı nefes alıp veren, eli ayağına dolaşan hareketler. İktidar aygıtları bu süreci anlam bakımından temiz bir düzleme sokamıyorlar. Şu cümleyi kuramıyorsunuz: “İmamoğlu suçlarından dolayı yargılanıyor.” Çünkü bu cümleyi yargı mekanizması da kuramıyor. İktidarın tecrübeli aktörleri, Bahçeli ve Erdoğan, bugüne kadar süreçleri yönetmesini, anlamı belirlemesini bilen insanlardı. Ancak şu an onlar da bunu başaramıyorlar. Bu karmakarışıklık hâli illa ki halkın lehine çözülecek diye bir şey yok ve panik atak krizinde tıpkı kişi kendine nasıl zarar veriyorsa, halka da iktidara da bu süreçte ciddi zararları olabilir.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletin dendiğinde akla gelen ikinci soru milletin ne olduğu. Bu noktaya kadar kısa bir şekilde egemenliğin ne olduğunu tartıştık. Milletin ne olduğunu bu yazı kapsamında tartışmayacağım ancak merak edenler Dr. Ioannis N. Grigoriadis’in Kutsal Sentez kitabından bu sürece dair değişen tanımları okuyabilir, pratikte millet tanımının ne anlam ifade ettiğini takip edebilirler; Ek olarak Dr. Ayşe Kadıoğlu’nun Milletini Arayan Devlet: Türk Milliyetçiliğinin Açmazlar ve İlker Aytürk & Berk Esenikilisinin ürettiği Post-Post Kemalizm kitaplarını karıştırmalarını öneriyorum.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER