Ankara, Meclis’te silah bırakan ve kendini fesheden PKK ile ilgili özel yasal düzenlemelerin yapılmasını, Suriye’nin Geçici Devlet Başkanı Ahmed el-Şara ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında Şam’da 10 Mart 2025’te imzalanan sekiz maddelik anlaşmanın hayata geçirilmesine bağlamış durumda.
Yıl sonu anlaşmanın süresi bitiyor. Zaman hayli daraldı. Medyada her gün yeni bir senaryo yazılıyor. Dün güne yeni bir senaryo ile uyandık. Şam 13 maddelik bir öneri paketi hazırlamış.
Bu konuda yaşanan tıkanıklık ya da anlaşmazlık hali, Türkiye’de yeni çözüm sürecinin ilerleme hızını ve takvimini belirliyor. Türkiye’nin yeni çözüm sürecini adeta rehin almış durumda. Bu kabul edilebilir ve sürdürülebilir bir şey değildir.
Ankara’nın, ABD’nin itelemesiyle Suriye rotasını belirlemek ve Suriyeli Kürtlerle ilişkisini dizayn etmek zorunda kalması, dış dünyada “değerli yalnızlığını” kronikleştiriyor, siyaseten etkisizleştiriyor ve iç barışını geliştiremez konuma sürükleniyor. Güvenli ve değerli olan Suriye’de Kürtleriyle iyi komşuluk ilişkileri örmek ve geliştirmektir.
Anlaşmadan sonra, 14 Mart 2025 tarihinde bu köşeden “Şam’da Barış Anlaşması/Protokolü” başlıklı yazımda şöyle değerlendirmiştim: “Ankara, Kürtlerle iyi komşuluk ilişkileri geliştirecek, beka sorunu olarak tanımladığı Kürt siyasal varlığını bir fırsata dönüştürecek adımlara hazırlanmak ve buna alışmak durumunda. Sekiz maddeden oluşan Şam Anlaşması’nın içeriği bunun için yeteri kadar fırsat sunuyor. Merkeziyetçi ya da federatif olmayan bir idari yapıya kapı aralayan, Kürtleri ve diğer farklı kesimleri içeren çoğulcu bir Suriye öngörülüyor.”
Suriye’de süreç böyle ilerlemedi. Sorunlar derinleşmedi belki ama hiçbiri de tam anlamıyla çözülemedi. Karşılıklı iyi niyet ve anlaşmaya bağlılık beyanları dışında, ciddiye alınabilecek bir uygulamadan söz etmek mümkün değil. Tesellimiz, iki taraf arasında ciddi bir silahlı çatışmanın yaşanmamış olması. Ancak Aleviler ve Dürzilerle, Şam yanlısı silahlı milis güçler arasındaki gerilim sürüyor; yer yer çatışmalar yaşanıyor. Bu durum güvensizliği canlı tutuyor.
Ankara, anlaşmanın ilk gününden itibaren gelişmelerin yönünü belirleyici pozisyonunu koruyor. Dışişleri Bakanı, MİT Başkanı ve Genelkurmay Başkanı, 11 Mart 2025 sabahı ilk temaslarını Şam’da Ahmed el-Şara’nın yanında gerçekleştirdiler. Ankara, 10 Mart Anlaşması’na ilk aşamada mesafeli durdu. Bu gün ise savunuyor görünüyor.
Türkiye, SDG’yi ve dolayısıyla özerk yönetimi PKK ile ilişkilendirerek bölgesel bir güvenlik tehdidi olarak görüyor. Ankara, SDG’nin silahlı yapısının devamını kabul etmeyeceğini sürekli vurguluyor ve bu nedenle sürecin kritik biçimde bloke olabileceğini ifade ediyor.
Edindiğim bilgilere göre, SDG’nin tümenler hâlinde orduya entegrasyonu ile nerede ve nasıl görev yapacağı konusu netleştirilebilmiş değil. Şam yönetiminin yetki paylaşmak istemediği anlaşılıyor. Şam, Fırat’ın doğusunu tam kontrol altına almak istiyor. SDG ise ağırlıklı olarak kendi bölgesinde kalmak istiyor; ancak IŞİD’e karşı anti-terör birliklerinin ülke genelinde görev yapmasını kabul ediyor.
Şam, ayrıca özerk bölgedeki YPJ’nin (kadın yapısının) dağıtılmasını talep ediyor. Özerk yönetimin siyasi taleplerinin ele alınması ve çözüme bağlanması ise askeri konuların çözümünden sonraya ertelenmiş durumda. Anayasa, idari yapı gibi birçok siyasi başlık bir yıldır sürekli öteleniyor.
Tıkanıklığın önümüzdeki günlerde ABD’nin baskısıyla aşılması ve bir ara formül bulunması ihtimali kalıyor. Aksi hâlde taraflar arasında çatışmanın yeniden canlanma olasılığı oldukça yüksek.
Görünen o ki, anlaşma sağlansa bile uygulama çok zaman alacak. Bu nedenle 10 Mart Anlaşması’nın süresi uzatılabilir. Önümüzdeki hafta bu konuların bir biçimde netleşmesi bekleniyor.
Bu durum Suriye sürecini ve ona bağlı hâle getirilen Türkiye’deki yeni çözüm sürecini zorlayacak, yeni sıkıntılara yol açacak gibi görünüyor.
Suriyeli Kürtlerle komşu olmak
Ankara’nın, Şam’ı SDG’nin —daha doğrusu Kürtlerin— bireysel olarak sürece entegre edilmesine zorlaştırması, sürecin gecikmesinin başlıca nedenlerinden biri. Mesele, Türkiye’de olduğu gibi Kürtlerin temel haklarını ve kazanımlarını tanımada isteksiz davranılmasından kaynaklanıyor.
Taraflar arasında eğitim, kamu hizmetleri ve altyapı gibi sivil alanlarda özel çalışma grupları oluşturulması gündeme geldi. Eğitim gibi alanlarda çözüm arayışları olsa da bunların tamamı bu nedenle lafta kaldı. Her hangi bir alanda somut ve dişe dokunur somut bir ilerleme sağlanabilmiş değil. Arayışlar, diyaloglar sürüyor.
Siyasi tıkanıklık bir yana, sahada askeri gerilimler zaman zaman yükseliyor ve güven artırıcı adımlar gecikiyor. İki taraf arasındaki karşılıklı hassasiyet çatışma riskini canlı tutuyor. Bu noktada Türkiye’nin rolünün, şimdilik negatif anlamda fazlasıyla belirleyici olduğu bir gerçek.
Bugün Ankara, Şam mutabakatının uygulanmasını Suriye’nin istikrarı için kritik olduğunu sıkça söylüyor. Oysa fiilen Türkiye’deki Kürt politikası Suriye’ye ihraç edildi. Dayatılıyor.
Ankara, gönülsüzce rıza gösterdiği 10 Mart Anlaşması’nı önce kadük hâle getirmek için yoğun girişimlerde bulunduğu biliniyor. Şimdi, Ahmed el-Şara yönetiminin sorun çözme kapasitesinin sınırlı olduğunu fark ederek, anlaşmanın dördüncü maddesinde yer alan “Kuzey ve Doğu Suriye’deki (SDG kontrolündeki) askeri ve sivil kurumların devlet yapısına entegrasyonu” başlığının Ankara’nın aklı ve çıkarları doğrultusunda uygulanması için Şam yönetimini yoğun baskı altında tutuyor. Suriyeli Kürtlerle komşu olmayı tehdit unsuru olarak gördüğünde, PKK’nin kendini feshetme kararının yarattığı tarihi fırsatı riske ediyor.
Ankara’nın yapması gereken, Türkiye’de silah bırakan PKK’lıların ovada siyaset yapmasına ve demokratik toplumsal yaşamda yer almasına ve Suriyeli Kürtlerle komşu olmayı rıza göstermektir. Bunun modelinin her ülke insanlarının kendi ülkelerinin yönetimleri ve toplumlarıyla birlikte, ortaklaşa üretmelerine yardımcı olmaktır. Bu, Türkiye’nin barışını ıskalanması riski bertaraf edecek ve yeni çözüm sürecine ivme kazandıracak Türkiye’nin ufkunu değiştirecek bir tercih olacaktır.























Yorum Yazın