Bugün sürecin ilerleyiş rotasını belirleyebilecek en önemli siyasi aktörlerin başında ana muhalefet partisi CHP geliyor. Bu durumu kısa vadede değiştirebilecek bir siyasal ya da toplumsal dinamik görünmüyor. CHP'nin yükselen, AK Parti’nin ise gerileyen bir parti olduğu gerçeği bir yana; CHP’nin Türk siyasetindeki merkezi konumu ve ağırlığı da dikkate alınmak zorunda.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) kurulması planlanan ve silahsızlanma sürecini hedefleyen yeni komisyon çalışmaları sona yaklaşırken, komisyonun yapısı tartışmaları devam ediyor.
Özellikle Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın CHP’yi sürecin dışında tutmak istediği yönündeki algı ve açıklamalar, siyasetin gündemine oturdu.
Tartışmaların fitilini 12 Temmuz 2025 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşma ateşledi. Konuşmanın, PKK üyelerinden bir grubun silahları yakma törenin hemen ardından gelmesi önemli ve dikkat çekiciydi. Erdoğan burada ilk kez sürece açık sahiplenme gösterdi ve “Biz üç parti olarak bu süreci sonuna kadar selametle götürmekte kararlıyız” dedi.
Söz konusu “üç parti” ifadesiyle kast edilenin AK Parti, MHP ve DEM Parti olduğu kamuoyunda açık şekilde algılandı. CHP'nin sürece dahil edilmemek ya da dışlanmak istendiği biçiminde anlaşıldı ve siyasal kutuplaşmanın derinleştirilmesinin işareti olarak değerlendirildi.
Erdoğan, hafta başındaki kabine toplantısı sonrası yaptığı konuşmada da CHP’ye seslendi ve “Terörsüz Türkiye süreci, özellikle ana muhalefet partisi için geçmiş günahlarına kefaret olabilecek bulunmaz bir fırsattır” dedi. Bu sözler, CHP içerisinde yeni tartışmaların kapısını araladı.
Bir yandan iktidarın, CHP’nin önerilerini komisyon kurulması sürecinde benimsemesi; öte yandan Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un da partinin bu tutumunu yansıtan açıklamalar yapması, CHP içinde farklı seslerin daha da yüksek bir dile getirilmesine vesile oldu.
CHP İçindeki Baskılar
Parti içindeki muhalif bazı unsurlar — özellikle ulusalcılar ve Kürt meselesinde sert çizgide olanlar — CHP lideri Özgür Özel’e baskı yapıyor. Bahane arar bir pozisyonda, bir taraftan yönetimi yıpratırken toplumdaki Kürt karşıtlığını köpürtüyorlar. Özel’in komisyona isim bildirmemesi ve böylece CHP'nin sürecin dışında kalmasını sağlamaktı, başaramadılar. Gerekçeleri ise dikkat çekici: Komisyona katılmanın “ihanet” olduğu, AK Parti iktidarını meşrulaştıracağı öne sürülüyor.
Ancak CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bu oyunun farkında. Partilerin baskıları boyun eğmedi. Savuşturmayı başardı. T24’e verdiği kapsamlı röportajda, iktidarın yargı üzerinden yürüttüğü baskı ortamında CHP’nin tutumunu detaylarıyla açıkladı ve özgüvenli bir siyasi duruş sergiledi. “Meclis’te 20 komisyonda yer alıyoruz, iktidarın tasdik memuru mu oluyoruz? Katıldığımız gibi kalkmasını da biliriz,” diyerek sürecin bilinçli yürütülmesi gerektiğini vurguladı.
CHP Sözcüsü Deniz Yücel de benzer şekilde, “Kendi önerdiğimiz komisyona mı katılmayacağız?” çıkışıyla partinin tavrını daha da netleştirdi.
Komisyonun çalışmaya başlamasından önce, sürecin tarafları — özellikle demokratikleşmeyi, eşit yurttaşlığı ve kalıcı barışı savunanlar ve siyasi geleceğini sürecin başarışa bağlayanlar muhataplarına hatırlatmalıdır: Sürecin başarısı, katılımı dışlamakla değil, ortak zemini büyütmekle mümkündür.
Nitelikli Çoğunluk Önerisi Umut Verdi
Bu arada CHP lideri Özgür Özel, “nitelikli çoğunlukla karar alma” kuralının TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş tarafından kabul edildiğini duyurması sürece dair atılmış en önemli adımlardan biri olarak kayda geçti. Bu gelişme, CHP'nin komisyona temsilci vermesine dair tıkanıklığı açtı.
Ancak bu gelişme, komisyona dair sorunları ve tartışmaları bitti anlamına gelmiyor.Belirsizliklerin ve sorunların çoğu orta yerden duruyor.
Komisyonun etkili, işlevli ve kalıcı çözümler üretebilmesi, sadece yapısal değil, siyasal yaklaşımlara da bağlı. Özellikle Cumhurbaşkanı’nın dışlayıcı tutumunu sürdürmesi durumunda, sürecin tıkanması ya da sabote edilmesi riski her zaman gündemde olacaktır.
Kutuplaşmanın ve hukuksuzluk algısının derinleştiği bu ortamda, sadece AK Parti, MHP ve DEM Parti’den oluşan bir komisyon çalışması toplumsal güveni yaratması zordur. Bu yapı, sürecin meşruiyetini zayıflatır, toplumsal karşıtlıkları artırır ve barışın toplumsallaşmasını engeller. CHP’nin dahil olmadığı, hatta etkin olamadığı bir komisyonun çalışmasının hayali bile düşünülmemelidir.
CHP’nin komisyonda çekilmek zorunda kalacak bir gelişme yaşanması durumunda yeni “sürecin” toplumsal meşruiyet sorununun derinleşmesi veya tümden yitirmesine yol açacak bir gelişme olur. AK Parti bu riski ciddiye almak zorunda.
Yeni “süreçte” kutuplaştırma çıkmaz
Yaz aylarında AK Parti, CHP, MHP ve İYİ Parti’nin miting ve salon toplantılarıyla sahaya inmesi planlanıyor. DEM Parti ise zaten aylardır bu kapsamda faaliyet yürütüyor. Ancak bu toplantılar, ortak hedeflerden çok, her bir partinin kendi senaryosunu paylaştığı ve bu da ayrıştırıcı ve ajitatif mesajlarla yürütülürse; siyasi kutuplaşmanın daha da derinleşmesi kaçınılmaz hale gelecek. Yeni sürece büyük zarar verir, bir işe yaramaz.
Barış, silahsızlanma ve toplumsal onarım süreçleri; ortak paydaları çoğaltmayı, siyasi gerilimi azaltmayı ve toplumu bir arada tutacak bir dil geliştirmeyi gerektirir.
Gelinen noktada, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaklaşımında bir makas değişikliği artık şart görünüyor. CHP’yi dışlamaya çalışan dil, tutum ve politikalar süreci daha başlamadan sabote etme riski taşıyor.
Komisyonun çalışmaya başlamasından önce, sürecin tarafları — özellikle demokratikleşmeyi, eşit yurttaşlığı ve kalıcı barışı savunanlar ve siyasi geleceğini sürecin başarışa bağlayanlar muhataplarına hatırlatmalıdır: Sürecin başarısı, katılımı dışlamakla değil, ortak zemini büyütmekle mümkündür.
Bugün sürecin ilerleyiş rotasını belirleyebilecek en önemli siyasi aktörlerin başında ana muhalefet partisi CHP geliyor. Bu durumu kısa vadede değiştirebilecek bir siyasal ya da toplumsal dinamik görünmüyor. CHP'nin yükselen, AK Parti’nin ise gerileyen bir parti olduğu gerçeği bir yana; CHP’nin Türk siyasetindeki merkezi konumu ve ağırlığı da dikkate alınmak zorunda. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gerçeği kabul etmese bile, sonuçta süreci ilerletmek istiyorsa bu durumu göz ardı edemez. Aksi halde hem sürece zarar verir hem de bu gönülsüzlük, ülkenin önüne yeni ve daha büyük sorunlar çıkarır.

Yorum Yazın