MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

23 Nisan 1920’nin anlamı

Ana SayfaSi̇yaset23 Nisan 1920’nin anlamı
23 Nisan 1920’nin anlamı

Siyasal birliğin, Carl Schmitt’in tanımladığı anlamda, kendi içindeki karşıtlıkları aşabilecek karar gücüne sahip birlik olarak algılanması; onun Devlet ile özdeşleştirilmesi gibi bir hataya yol açmamalıdır.

23 Nisan, 2025, Çarşamba 04:06
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Ali Yaşar Sarıbay
Ali Yaşar Sarıbay

Temel problemin, büyük ölçüde, Devlet olmaya ruh veren unsurlara atfettiğimiz unsurların, esasen Ulusa yansıtılmasından ve sirayet ettirilmesinden kaynaklandığını söylemek abartı olmayacaktır. Bu da, bu toplumda yaşayan herkesi ilgilendiren bir meseledir. Bunu görmek için, yapılması gereken; bizi ayrıştıran değil, daha çok benzeştiren unsurlar aracılığıyla birbirimize yaklaşmak ve dayanışma içinde olmaktır. 23 Nisan 1920, bunun somut gerçeklik şeklinde ifade bulmuş bir tarihi dönüm noktasıdır.

23 Nisan 1920 bir ulusun tarihsel olarak yeni bir siyasal formatta inşa edilişini simgeler. Nitekim, söz konusu yeni format 1923’te Cumhuriyetin ilânı ile somut bir gerçeklik hâline gelmiş; bir kısmı tarihsel devamlılık, büyük kısmı radikal reformlar şeklinde ulus olmanın kurumsal zemini döşenmişir. Bu açıdan, ulusal egemenliğin mahiyetini anlamak, her şeyden önce, bir ulus olmanın ne demek olduğunu bilmekle mümkündür.

Bu açıdan üzerinde durulması gereken temel mesele bu çağda “ulus olma”nın içerdiği anlamdır. Bunun için, kalkış noktamız, sosyolog Max Weber’in bir ayrımıdır: Ulusun kültürel, Devletin ise politik dünyayı simgelemesi. Hipotezimiz ise globalleşmenin bu iki dünya arasındaki bağı kopardığı ve şu iki sonucu doğurduğudur. Birincisi; ulus olmanın açıklayıcı ilkesinin, kendi içinde her zaman var olmuş olan kültürel ve sosyal farklılığa (heterojenliğe) belli bir sabitlik getirmesinin, globalleşme karşısında artık son derece zorlaşmış olmasıdır. Böylece, Ulusun kendi içindeki ırkî, etnik, alt-kültürel, vs. farklılıkların her birinin kendi başına “milleti ve milliyeti” tanımlama mücadelesinin ortaya çıkmasıdır. İkincisi; Devletin, giderek minimize ve deregüle edilmesi gereken bir kurum olarak algılanmaya başlamasıdır.

İki sonuç bağlamında ortaya çıkması muhtemel politik gerilim ise şudur: Farklılıklar politik bir meşrulaştırmaya ihtiyaç duyarken, Devlet kendini bu meşruiyet arayışı karşısında yeniden meşrulaştıracak bir topluluğa dayanma arayışına girer. Bu ise, her bir farklılığın daha önce Ulusa atfedilen özelliğin, şimdi kendi içinde “bölünmez bütün” oluşunu ilân ettiği ölçüde; Devleti politik olarak bocalatmaya başlar. Çünkü, “bölünmez bütün” oluşturmayı doğasının olmazsa olmaz koşulu gören Devlet, meydana çıkmış farklılıkların konjonktürel olarak değişen özelliklere göre, her birine dayanma eğilimi içine girerek pastiche(yamalı bohça misali) sembollerin biraraya getirilmesiyle kurulan yakınlıklar temelinde yükselen büyük bir topluluk haline gelir. Bu, Ulusun modernlik sonrası aldığı hâldir.

Weber’in dediği gibi Ulus, kültürel dünyaya tekabül ediyorsa; modernlik sonrası hâl içindeki Ulus da popüler kültüre dayanır. Sınıf, toplumsal cinsiyet, etnisite ve diğer sosyal farklılıkların sanal, dolayısıyla yüzeysel bir eşitlik tasavvuru temelinde Ulusa vücut verdiği algısı yaygınlık kazanır; milliyetin sabitliğinin karşısına heterojenlik ve çeşitlilik bu sayede dikilir. Böylece Devlet, meşruiyeti için dayanacağı sabit bir kültürel taban bulamaz; dahası konjonktürel olarak dayanmayı makûl bulduğu heterojen unsurun rengine bürünme olasılığına maruz kalır. Devletin genel olarak popüler kültüre dayanan meşruiyet tesisi, onu tam anlamıyla popülist hale getirir. Eğer popülizm, bir topluluğun veya kültürün değerine beslenen inanç ve bu inancı yüceltmek ise popülist bir devletin yapacağı da kendi kendini yüceltmesidir ki bu da devletin son tahlilde bir topluluk (gemeinschaft/cemaat) şeklinde işlemesine yol açar. Politik gerilim yaratacak paradoks da tam bu noktada belirir. Çünkü, tarihsel sosyolojinin ortaya koyduğu, Ulusun bir topluluk/cemaat, Devletin ise bir cemiyet (gesellschaft) yapılanması gösterdiğidir. Eğer devletin cemaatleşmesi söz konusu ise ortaya çıkan durum cemaatler arasındaki bir çatışmaya inhisar eder. Kısacası, Devlet ile Ulus çatışır hale gelir, kültürel dünya ile politik dünya arasındaki bağı globalleşme  her iki dünyayı birbirinden kopuk varlıklar (entity) halinde konumlandırır.

Devletin, bir beraber yaşama formu olarak siyasal birliği içermediği; tersine siyasal birliğin tarihsel bir uğrak noktası olduğu. Siyasal birliğin, Carl Schmitt’in tanımladığı anlamda, kendi içindeki karşıtlıkları aşabilecek karar gücüne sahip birlik olarak algılanması; onun Devlet ile özdeşleştirilmesi gibi bir hataya yol açmamalıdır. Böyle bir özdeşleştirme, esasen Ulus ve Devlet arasındaki bağın yeniden sağlanmasına engeldir. 

Fakat, meselenin püf noktası, her bir varlığın (Ulus ve Devletin) kendi başına bir güç kazanma girişimi içinde olmasıdır. Gerek Ulus, gerek Devlet aynı aidiyet hissine sahip olmayanları dışlar. Buna karşılık, sosyolog Richard Sennett’in belirttiği gibi, cemaat, içeri alınıp massedilemez, dışarıya doğru da genişleyemez, çünkü o zaman saflığını kaybeder. Buna rağmen, iki entite arasındaki kopuk bağı yeniden kurmak üzere bir tarafça yapılan girişim, gene de diğerince muhatabını ya massetme, ya da dışarı doğru genişleme “tehdidi” şeklinde algılanabilir. Bu durumda, artık demokratik duyarlılık körelmiş, dost-düşman ayrımına tekabül eden bir mücadele sahne almış demektir.

Bu bağlamda Devletin cemaat olarak rolünü pekiştirmesi, segmente (ayrışmış) bir toplumsal yapının parçalarını bir arada tutma veya bu parçaları yapıştırma hususunda önemli bir problemi beraberinde getirir. Bu, Ulus-Devlet mensuplarının kendi kavramsal dünyalarının sınırlarının büyük ölçüde millî (ulusal) kültür tarafından belirlenmesinin, Ulusun değişen mahiyetiyle ne hâl alacağının içerdiği önemli bir gerilimi ima eder: Siyaset ve kültür arasındaki koparılan bağ, yeniden ne şekilde tesis edilebilir? Bu sorunun cevabının, Ulusu siyasal bir birlik olarak görmekle ilgili olduğu söylenebilir. Siyasal birlikten kastımız, bir etnisiteyi, bir ırkı, bir kültürü, ideoloji veya doktrin formunda tek bir hakikati toplumun ortak özü olarak tayin etmek değildir. Bu, beraber yaşama formu olarak Devleti ima eder. Oysa, siyasal birlik devleti önceler. Karıştırılmaması gereken husus budur: Devletin, bir beraber yaşama formu olarak siyasal birliği içermediği; tersine siyasal birliğin tarihsel bir uğrak noktası olduğu.

Siyasal birliğin, Carl Schmitt’in tanımladığı anlamda, kendi içindeki karşıtlıkları aşabilecek karar gücüne sahip birlik olarak algılanması; onun Devlet ile özdeşleştirilmesi gibi bir hataya yol açmamalıdır. Böyle bir özdeşleştirme, esasen Ulus ve Devlet arasındaki bağın yeniden sağlanmasına engeldir. 

Terör, böyle bir engelden kökenlenmiş, ters yola sapmış bir kör dövüşü olmaya mahkumdur. Bu kör dövüşüne engel olmaya çalışmak, şüphesiz bir zorunluluktur ama içinde yaşadığımız dünyayı algılamada siyasi kavramlarımızı, ima ettikleri gerçeklikleri ve aralarındaki ilişkileri yeniden düşünmek, yeni tanımlara yönelmek de elzemdir. Aksi takdirde, söz konusu olacak olan herkes için toplam sıfırlı bir oyuna devam etmektir. Bu sonuca engel olmanın yolu da, siyasal birlik bağlamında Ulus olmaya ruh veren unsurların Devlete yansıtılması, sirayet ettirilmesidir.

Temel problemin, büyük ölçüde, Devlet olmaya ruh veren unsurlara atfettiğimiz unsurların, esasen Ulusa yansıtılmasından ve sirayet ettirilmesinden kaynaklandığını söylemek abartı olmayacaktır. Bu da, bu toplumda yaşayan herkesi ilgilendiren bir meseledir. Bunu görmek için, yapılması gereken; bizi ayrıştıran değil, daha çok benzeştiren unsurlar aracılığıyla birbirimize yaklaşmak ve dayanışma içinde olmaktır. 23 Nisan 1920, bunun somut gerçeklik şeklinde ifade bulmuş bir tarihi dönüm noktasıdır. 

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

Ali Yaşar Sarıbay
    Ali Yaşar Sarıbay

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş 30 Haziran davası üzerinden ülkenin makus talihi
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık Kaosun karşısında, umudun yanında 
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Azgın küresel iştah!
    Serap Mumcu
    Serap Mumcu Venedik’in son maskesi: Bezos’un Düğünü, kentin geleceği ve gerçek sahipleri
    Hasan Bülent Kahraman
    Hasan Bülent Kahraman 27 Mayıs 1960 Darbesine Yeni Bakışlar (3)
    Reha Çamuroğlu
    Reha Çamuroğlu Yine mi CHP?
    Turgay Bozoğlu
    Turgay Bozoğlu Zenginliğin illüzyonu 
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Kılıçdaroğlu CHP’yi “devlet”le barıştırmak istiyor olabilir mi?
    Fahri Bakırcı
    Fahri Bakırcı CHP’de parti disiplini üzerine
    Başak Yağmur Eray
    Başak Yağmur Eray Butlan, hırs ve meşruiyet: Bir siyasi müdahale anatomisi
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel Bölgedeki gelişmeler ve CHP üzerindeki baskı
    Buse Ayazma
    Buse Ayazma Ama kafası nasıl güzel (!)
    Burak Can Çelik
    Burak Can Çelik Hindistan’ın Orta Doğu’daki diplomatik yükselişi
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal Muhalefetin ontolojik ve pratik rolü
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Yolda olmak: Türkiye’den İsveç’e bisikletin sosyolojisi
    Bilal Sambur
    Bilal Sambur Düşünmek olarak ‘din’
    Bahar Akpınar
    Bahar Akpınar Dante bugün Türkiye’de olsaydı: Cehennem katmanları ve Araf’ta bekleyenler
    Tuğba Arslan
    Tuğba Arslan Yaşar Kemal’in Anadolu sarısı
    Bekir Ağırsoy
    Bekir Ağırsoy Deneme türünün doğuşu - Montaigne'in hikayesi
    Gülseren Aydın
    Gülseren Aydın Bir beyitin gölgesinde
    Devrim Barış Çelik
    Devrim Barış Çelik Genel başkanlık makamı ve siyasal terbiye üzerine
    Betül Özdemir Güran
    Betül Özdemir Güran Olumlama yap senin de olsun
    Tuğba Yıldırım
    Tuğba Yıldırım Büyükada’nın iki yüzü: Huzurun gölgesinde kalabalık
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı