© Yeni Arayış

Samimiyetsiz ve demokrasisiz sürecin geleceği

Siyasilerin samimiyetlerinin bu kadar açık sorgulandığı bir noktada; sürecin kuşkusuz en büyük sorunu, sürecin toplumsallaşamamasıdır. Bu da normaldir. Sürecin toplumsallaşması ancak siyasilerin samimiyeti devamında ise demokratikleşme adımları mümkündür.

“Terörsüz Türkiye” süreci kapsamında Meclis’te kurulan komisyonun son toplantısında karşımıza çıkan manzara; sürecin ilerlediği ince çizgiyi göstermesi açısından önemliydi. Bir önceki toplantıda İmralı’ya heyet gönderilmesi tartışmasında siyasi irade Meclis Başkanı Kurtulmuş üzerinden devreye girerek istenen olumlu kararı çıkardı. Oylamanın gizli yapılması kararı üzerine CHP, İmralı’ya gidecek heyete isim vermeyeceğini açıkladı. Bir gün sonra da Yeni Yol Grubu da CHP’ye katıldı.

AKP, MHP ve DEM Parti’den birer ismin yer aldığı İmralı heyeti ilan edildiği günlerde -Salı ya da Çarşamba- değil, Pazartesi gitti.

ERDOĞAN/AKP’NİN UTANGAÇLIĞI

Süreci başlatan Bahçeli’nin partisi MHP’li üyesi Feti Yıldız’ın sosyal medya paylaşımı ile heyetin yola çıktığı teyit edildi.

Buna karşın AKP’li üye Hüseyin Yayman’ın gazetecilere söyledikleri ise -kişisel olmasa da- AKP’nin İmralı’ya gitme konusunda hayli temkinli olduğunu ve bu ziyareti olabildiği ölçüde toplumdan gizlemeye çalıştığını gösterdi.

Burada bir parantez açarak iki şey söylemek mümkün; Yayman’ın gazetecilerle İmralı’dan konuştuğunu ve diş röntgenini de orada çektirdiğini düşünürsek; adada Öcalan’ın şartlarının da iyileşmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ki, bu yönde Öcalan’ın avukatlarından açıklama gelmişti.

Bu noktada İmralı’da tutuklu bulunan Öcalan konusunda söyleyebileceğimiz bazı şeyler var.

Bunlardan ilki; Devlet –görevli infaz koruma memurları dışında- görevlilerinin, kendisiyle ilişkisini tutuklandığı günden bu yana hiç kesilmediği ve bu bağlamda tüm kritik anlarda Öcalan ile sürekli temasta olunduğu gerçeğidir.

22 Ekim 2024’de başlayan yeni süreçte bu, bir adım daha ileri götürülerek, Öcalan’ın ülke içinde ve dışında teması olmasında yarar olduğu düşünülen tüm etkinlik, siyasi parti, grup ve kesimlere iletişimin açılması oldu. Gün geçmiyor ki, Öcalan bir toplantıya, bir gruba mesaj göndermemiş olsun. Buradan da anlıyoruz ki, Öcalan’ın yaşam koşulları kadar iletişim koşulları da iyileşmiş. Ancak bu durumun, “terörsüz Türkiye” sürecine katkısı sınırlı.

Sonuç olarak Devlet, Öcalan’ı kullanarak onun üzerinden etkileyebileceği tüm kesimlere ulaşmak ve onların kendi hedefine uygun davranmasını istiyor.

ÖCALAN’IN GÜCÜ VE SINIRLARI

Ancak hemen şunu ekleyelim ki, bunun yapılması tek başına süreci başarıya ulaştırmaz.

Biri dış, biri iç nedenden dolayı.

Dış nedenle başlayalım. Bahçeli’nin ifade ettiği gibi Türkiye’nin çevresinde tarih hızlanmış durumda. Ancak bu hızlanan tarihe Türkiye’nin yetişme hızı; içerdeki ekonomik ve demokratik koşulların olumsuzluğu nedeniyle zor.

Devlet, Öcalan’ın siyasi gücünü sonuna kadar kullanmak istese de, bunun sınırını Öcalan çok iyi biliyor. Ve dediğinde yapılmayacağını tahmin ettiği hiçbir adımı atmıyor.

Mesela Suriye’de SDG’nin siyasi adımları konusunda. Suriye’de SDG’nin geleceğine Öcalan, tek başına karar veremeyeceğini bilen bir lider. O yüzden SDG’nin silahsızlanması hiç bir zaman onun için bir seçenek olmadı. Hatta; Buldan’ın bir ziyaret sonrasında Rojova’nın Öcalan için “kırmızı çizgi” olduğunu açıkladı.

İç nedenler ise birden çok. Kuşkusuz en önemlisi bu sürecin, yeni sistem nedeniyle çok güçsüz bir Meclis zemininde yürütülmeye çalışması.

İlk çözüm sürecinin aksine iktidar bloku, sürecin toplumsallaşması konusunda hiç bir adım atmadı. Önceki çözüm sürecinde bugüne göre çok güçlü Meclis olmasına rağmen iktidar süreç için zemin olarak Meclis’i değil toplumu seçti. İktidarın 49, Kürt siyasi hareketinin önerdiği 14 isimden oluşan Akil İnsanlar heyeti ile süreci toplumsallaştırmaya çalıştı.

ÖNCE SAMİMİYET SONRA DEMOKRATİKLEŞME

Bu kez ısrarla bundan kaçılıyor. Neden?

Bu soru bize, kaçınılmaz olarak bir kez daha içerde bu sürecin aktörlerinin sorununun büyük fotoğrafta “samimiyet” olduğunu gösteriyor.

PKK’nın silah bırakmasını kalıcı hale getirecek yasal düzenlemeler dahil olmak üzere bir kimlik sorunu olarak Kürt sorunun demokratik çözümü hepimizin ortak dileği.

Ancak bunun şartı başta siyasiler olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin, sayısal çoğunluktan, sahip olduğu tarihsel kimliklerinden bağımsız kendini, diğeri/öteki ile eşit kabul edecek bir samimiyettir.

Bunu siyasette görmüyoruz. Çünkü sorunu çözme iddiası olanlar orta ve uzun vadeli geleceği değil kısa vadeli olarak ilke seçimde kazanmayı hedefliyorlar.

Siyasilerin samimiyetlerinin bu kadar açık sorgulandığı bir noktada; sürecin kuşkusuz en büyük sorunu, sürecin toplumsallaşamamasıdır. Bu da normaldir.

Sürecin toplumsallaşması ancak siyasilerin samimiyeti devamında ise demokratikleşme adımları mümkündür.

Unutmamak geriyor ki, terörü bir ihtimal olmaktan çıkaracak olan ülke içinde demokrasinin, özgürlüğün ve siyasetin alanının genişlemesidir. Bu yönde adım atılmadığı her süreç, içerdeki otoriterleşmeyi tahkim edecektir.

Son günlerde bir kez daha görüyoruz ki iktidar, “PKK’nın bir sonuç” olduğunu unutmuş görünüyor. PKK’yı ortaya çıkaran sonuçlara yol açan “nedenleri” konuşmadan, onları ortadan kaldırmadan sadece konjonktürel endişeler ve sınır dışındaki Kürt varlığı endişesiyle Öcalan’ın varsayılan gücü üzerinden PKK -ve YPG silah bırakması sağlansa bile-, demokratikleşme adımları atılmadığı sürece sağlanan barış kalıcı olmayacaktır.

Son olarak bir kez daha ifade edelim; bu süreç eğer başarılı olacaksa iki temel koşulu var; hiçbir kişi/partinin siyasi ajandası olmaması ve olabildiği ölçüde şeffaflıktır.

Bu da en basit biçimde süreçteki tüm aktörlerin önce “samimiyeti”, devamında da “demokratikleşme” adımları  ile mümkündür.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER